"wooyoung! seni döveceğim." diyerek sertçe ona vurdum. gülüyordu.
"y-yeosangah! ç-çok şirindin! y-yüzün kızarmıştı!" gülmekten konuşamıyordu."
"sen nasıl seonghwa hyunga aramızda bir şeyler olup olmadığını sorabilirsin?! bittin sen wooyoung!"
"ama ama! seonghwa hyung güldü! 'bilmem.' dedi! kesin var aranızda bir şey. söylesenize ne var?!"
"öyle bir şey yok! kes sesini."
"rezil oldum senin yüzünden." diyerek bir kere daha vurdum. gülmeye devam ediyordu.
"bu kadar utandığına göre bir şeyler var. neyse, yakında çıkar kokusu." dedi.
"sen ölmek mi istiyorsun?"
sustu ve sırıtıp önüne döndü. gülmemek için zor duruyordu.
"bir patlatacağım göreceksin aramızdakini." diye mırıldandım.
-
ertesi gün san gelmişti ve woo beni yalnız bıraktı.
teneffüste wooyoung yanıma geldi.
"üçümüz bahçeye çıkalım mı?"
"üçümüz mü?" dedim.
gözleriyle san'ı işaret etti. san bana bakıp gülümsüyordu. bu çocuk böyle değildi.
"siz gidin istemiyorum."
"ama-"
"gerçekten istemiyorum." dedim. wooyoung kafa sallayıp yanımdan ayrıldı ve san ile sınıftan çıktılar.
ben de cüzdanımı alıp kantine ilerledim. karnım her zaman açtı ve, en önemli şey midemdi.
sıraya girdim. sıra bana geldiğinde alacaklarımı aldım. tanrım, seonghwa hyunglar ordaydı. hızla ilerledim.
"ah, yeosang. sen de bizimle gelsene." ah lanet. utançtan öleceğim.
"n-nereye?"
eliyle masayı gösterdi. hongjoong oradaydı.
kafa salladım. oraya gittik. oturduk.
"wooyoung delisi nerede?" dedi hongjoog hyung.
"sevgilisiy- yani şey bilmiyorum." hemen toparlamaya çalıştım.
"biliyorum sevgilisi var."
sessiz kaldım.
"ee yeosang, nasılsın?" deyince seonghwa hyung bakışlarımı yerden kaldırıp ona baktım.
"iyiyim..."
gülümsedi. ben de, gülümsemeye çalıştım?
-
"hongjoong'tan nefret ediyorum!"
"yine ne oldu?"
"bak... biz kantine giderken beni gördü. sonra yanımıza gelip. 'bu mu senin sevgilin?' dedi. şok oldum. ben şoktan çıkamadan 'bir şeye benzemiyor bu.' dedi. sonra gitti."
"hakettin! bana yaptıklarının bedeli olarak say bunu." gülmeye başladım. hongjoong hyungu destekliyorum.
"a-ama san çok üzüldü."
"ee sen ne yaptın?"
"san'a onun benim gizli sapığım olduğunu söyledim ve onu pek tanımadığımı söyledim."
"ne?"
tanrım salak mı bu çocuk?
"gülme yah! ne yapsaydım?"
kafasına vurdum.
"ah bak san geliyor!"
san'ı yanımıza çağırdı. san da gelip ön sıramıza oturdu ve bize döndü.
"nasılsın sannie?"
sannie mi? kusacağım.
"iyiyim woo. yeosang, sen nasılsın?"
woo mu? e yeter, woo diyor! woo diyemez. hayır. wooyoung'a sadece ben woo derim. olamaz kabul etmiyorum.
"yeosang?" dedi wooyoung beni dürtüp.
"ah şey... iyiyim."
moralim bozulmuştu.
"ben lavaboya gidiyorum." diyerek kalktım.
aslında öylesine koridorda dolandım. sonra lavaboya gidip ellerimi ıslattım.
seonghwa hyung buradaydı.
'hey, başka tuvalet mi yok? cidden neden işemek için sürekli buradasın?' demedim tabii ki.
"selam yeosang."
e işerken bari konuşma.
gülümsedim.
"selam hyung."
lavabodan çıktım. sınıfa girip sırama oturdum. wooyounglar hâlâ konuşuyordu.
"sonunda geldin yeosang. biz de diyorduk ki haftasonu avm'ye tekrar mı gitsek?" dedi wooyoung geldiğim an.
"benimle mi?"
"evet, sana sorduğuma göre."
"ben gelmeyeyim. siz gidin."
"ama! yeosang, gelmezsen kırılırım."
"evet, gelmelisin yeosang." dedi san.
"gerçekten, gerek yok."
valla çekemem bir tane daha bu vıcıklığı.
"seninle konuşacağım yeosang. şimdi boş ver."
eve gittiğimde beni mesaja boğacaktı, bu anlamdaydı.
güldüm. asla kabul etmeyecektim.