1.4

1K 111 36
                                        

"bu sana yakıştı yeosang!"

"evett! bu benimde hoşuma gitti." dedim bir yandan elimdeki tacı wooyoung'ın kafasına takarken.

"bak bu da sana yakıştı." dediğimde wooyoung arkasını dönüp aynaya baktı.

ona seçtiğimiz kalpli bir taçtı. benimki ise kedili.

hongjoong hyung ve seonghwa hyungta birbirlerine taç bakıyorlardı. seonghwa hyung hepsini ödeyeceğini söylediği için istediğimiz kadar her şeyden alacaktık.

"o zaman bunları alalım! şimdi gidip hongjoonglar napıyor ona bakalım."

kafa salladım. wooyoung koluma girdi. onları da bu büyük mağazanın içinde aradık. bulduğumuzda yanlarına gittik.

seonghwa hyungta kurbağalı bir taç vardı. inanın ne alaka bilmiyorum. hongjoong hyungta ise flamingolu pembe renkli şirin bir taç vardı.

"çok yakışmış size." dedim.

"biz de bunları seçtik." woo heyecanla kafamızdaki taçları gösterdi.

"çok şirin olmuşsun." dedi seonghwa hyung bana bakarken, sonra ekledi "olmuşsunuz." yutkundu. ne olmuştu?

birkaç şey daha alıp seonghwa'yı orada bıraktık. o da ödeyip geldi.

"her şeyi bana ödettiniz."

"kendin dedin hwa hyung." woo güldü.

"aah! bakın pamuk şeker varmış! alalım." dedim heyecanla.

küçüklüğümden bu yana en sevdiğim şeydi pamuk şeker. koşarak oraya gittim. arkamdan seonghwa hyungta gelmişti.

elime dört tane pamuk şeker aldım.

"o çok değil mi?" diyerek güldü seonghwa hyung.

"size de alıyorum."

cebimden cüzdanımı çıkardım. seonghwa hyung cüzdanımı elimden alıp geri cebime koydu.

"ben alacağım."

"a-ama-"

"karşılığını verirsin." güldü. kafa salladım. ben ödeyecektim ama! her şeyi o ödemişti.

o ödedikten sonra pamuk şekerleri alıp seonghwa hyung ile hongjoong ve wooyoung'ın yanına gittik.

hepsine kendi pamuk şekerlerini verdim.

"ben sevmiyorum." diyerek elime tutuşturdu hongjoong hyung.

ben de gülümsedim. şimdi bunların ikiside benimdi!

hemen birini açtım. woo yanıma gelip koluma girdi.

"neye binelim?" dedi hongjoong hyung.

"ona!" wooyoung eliyle gösterdi.

"ne? korku trenine asla binmem!" dedim.

güldüler.

"o zaman biniyoruz."

"yaah! gerçekten!" beni dikkate almıyorlardı. elimdeki pamuk şeker ile sinirli bir şekilde bakıyordum. bu nasıl mümkünse.

bir yandan yiyor bir yandan söyleniyordum. şu an zorla oraya götürülüyordum.

bir vagona oturdum. wooyoung yanıma geldi.

"wooyoung artık yanıma geliyorsun." diyerek kardeşini yanına çekti hongjoong. wooyoung ise arkada söyleniyordu.

"o halde..." seonghwa hyung bana baktı. yanım boştu. kafa salladım 'oturabilirsin' manasında.

yanıma oturdu. başlamıştı. yavaş yavaş tünelin içine giriyorduk. çok korkunç. korkunç şeyler karşımıza çıkmaya başladığında çığlık atmıştım. bunlar çok fazla ve korkunçtu. gözlerimi yumdum. ani bir refleksle seonghwa hyunga kollarımı dolamıştım. yüzümü de onun vücuduna koyup gözlerimi sıkıca yumdum. gece nasıl uyuyacaktım? arkadan wooyoung bağırıyordu. hongjoong ise woo'ya söyleniyordu.

seonghwa hyung gülüyordu. kollarıyla beni sardı. ay güzel kokuyormuş aslında. biraz daha derin nefes alıp kokusunu içime çektim. parfüm markası ne bunun?

"yeosang." demesiyle kendime gelip kendimi geriye çektim.

"şey... sadece parfümün... parfüm markan ne hyung?" ne? ne saçmalıyordum. hala korkunç bir şeyler oluyordu. bir anda önümüze bir yaratık (?) çıkınca seonghwa hyungun cevabını beklemeden çığlık attım. seonghwa hyung beni kendine çekip kollarını sardı. gülüyordu.

bitmişti! sonunda bittiğinde aşağı indik. gözlerimi güneş ışığı fazlaca alıyordu. karanlık ortamda dakikalarca durduğumuzdan kaynaklanıyor olmalıydı.

"yeosang! çok komiktin. çığlık seslerin duyuluyordu." diyerek güldü wooyoung.

yüzümü buruşturdum.

"senin çığlıklarında geliyordu bize merak etme." dedim homurdanarak.

karnımız acıkmıştı. lunaparkın içindeki bir kafeye oturduk. yiyecek bir şeyler seçtik.

roses ༝ seongsangHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin