0.3

1.4K 131 67
                                        

akan burnumla okula gidiyordum. sanırım cuma günü balkona çıkmamdan kaynaklanıyordu. cidden soğuktu. hastalanmıştım. sınıfıma girdiğimde bir tek jongho ve wooyoung vardı. woo'nun yanına gittim.

"yanakların kızarmış." diyerek elini yanağıma getirdi.

burnumu çektim.

"hastayım sanırım."

"okula niye geldin? bu halde?"

durdum. niye gelmiştim ki? ah cidden aptallıktı bu.

"ay bilmiyorum woo."

sırama geçtim. o da yanımda yerini aldı.

"neyse. san ile tanışmak istiyorum!"

gözlerimi diktim woo'ya. jongho buradaydı. ve gözlerimle arkayı işaret ettim. jongho test çözüyordu.

"ay şey..."

"aptal." dedim.

çok geçmeden sınıfımız dolmuştu. woo'nun san'ı da gelmişti. hemen beni satıp onun yanına gitti. buradan ne konuştuklarını duyabiliyordum.

"selam, san!"

"selam..."

gerisini boş verip mini yastığımı sıraya koydum ve kafamı sıraya gömdüm. çok uykum vardı ve üşüyor, donuyor, ölüyordum.

bir süre sonra uyandığımda başımda bana bağıran bir öğretmen vardı. gözlerimi zar zor açabilmiştim.

"hep uyuyorsun! bir kere dersimi dinle! yeosang! artık uyumanız yasak! bıktım sizden. ders çalışın artık!"

yanımda jongho vardı. woo nerede diye baktığımda san'ın yanına oturmuştu. herhalde, iyi anlaşmışlardı.

"özür dilerim bir daha olmaz." dedim.

"dışarı çık."

kafa sallayıp dışarı çıktım. soğuktu. revire gidip biraz dinlenmem gerekiyordu.

zil çalmıştı. kadın tam zamanında uyandırmıştı beni. revire ilerlerken seonghwa'yı gördüm. belkide her gün onu görüyordum. ama benim için önemli biri olmadığından hiç umursamıyordum bile. ama şimdi utançtan ölecektim. o günden sonra asla onun yüzüne bakamadım. adımlarımı hızlandırıp revire yol aldım.

"yeosang."

kolumu tutan ele çevirdim başımı. ah şimdi, gülümsemem gerekecekti.

"ah selam hyung." dedim gülümseyerek. bu seonghwa'ydı.

"yüzünün hali ne? kıpkırmızısın."

"biraz hastayım sanırım. neyse önemli değil. ben gideyim."

kolundan kurtulup gidecekken tekrar tuttu. tekrar ona dönmek zorunda kaldım.

"beraber gidelim, hm?"

"ah gerçekten gerek yok!"

hayır, hayır tanrım! gelmesin benimle. daha düne kadar benim için işeyen çocuk olan seonghwa, şimdi seonghwa hyung olmuştu. tanrım birde beni her gördüğünde sırıtmasına sinir oluyorum. ne zaman unutacak bu rezilliklerimi?

mecburen onunla revire gidiyordum. veya şu dinlenme odası denilen yere.

elini alnıma götürdü. bu ani hareketi ile şaşırdım.

"ateşin var. önce ateşini ölçtürüp ilaç almalısın."

"ben alabilirim. gelmene gerek yok seonghwa hyung."

"ah ne demek? bu halde olmaz."

ne? BENİ NEDEN RAHAT BIRAKMIYORSUN?

revire gittiğimizde uyuşuk hemşire olan kadın ateşime baktı.

"38,5"

"ateş düşürücü vermelisiniz ona." dedi seonghwa hyung.

kadın yavaşça kalkıp ilaç dolabını açtı. elime bir hap tutuşturup yanından açılmamış bir su verdi. onu içtim.

"teşekkür ederim." dedim.

"hadi gel şimdi dinlenme odasına gidelim yeosang."

"ben gidebilirim."

olumsuz anlamda kafa salladı. 'of'layıp onu takip ettim.

"neden bu kadar ilgileniyorsun benimle?"

"çünkü arkadaşımsın."

"öyle miyim?"

"evet." dedi ve kafa salladı.

bir yatağa uzandım. nihayet zil çalmıştı.

"ben woo'ya söylerim. o öğretmeninize hasta olduğunu söyler."

"tamam, teşekkür ederim."

seonghwa hyung gittiğinde derin bir 'oh' çekip gözlerimi yumdum.

roses ༝ seongsangHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin