"yani siz öpüş-"
"wooyoung! sus artık."
wooyoung suratını astı.
"herkes bana susmamı söylüyor. ben size ne yaptım?"
"sadece çok konuşuyorsun."
"ama... neyse, nasıldı? nasıl öpüştünüz?"
çok sesli konuşmuştu. omzuna vurdum.
"öyle bir şey olmadı."
sinsice sırıttı. "öyle mi? öyleyse gidipte bir sorayım, rüya mı görmüşüm, yoksa gerçek mi?"
ayağa kalktığında onu durdurdum.
"woo! otur şuraya."
"yaa lütfen anlat! çok merak ediyorum."
"ya ben sana san ile nasıl öpüştüğünüzü soruyor muyum?"
"sen öpüştüğümüzü nereden gördün?" yanakları kızarınca güldüm. sıra bendeydi.
"sinemadayken."
"y-yeosang! unut bunu tamam mı?"
"unuturum unuturum." güldüm.
"n-neyse, acıktım ben."
eli ayağına dolaşmıştı onu gülerek izliyordum.
"kantine gidelim." dedi.
kafa salladım. cüzdanımı alıp onunla beraber kantin katına çıktık. bir şeyler aldığımızda bir yere oturduk. size ciddi anlamda söylüyorum, en sevdiğim yer burasıydı.
hongjoong hyung sevgilisiyleydi. ay cidden yakışmıyorlar ama. hongjoong hyung minicik kalmıştı. seonghwa hyung arkalarından ilerliyordu. yazık değil mi? niye sürekli arkalarında..?
"onları çağıracağım. ama şu salak kız gelmesin. onu hiç sevemedim."
onları yanımıza çağırdığında kendilerine sandalye çekmelerini söyleyip karşımıza oturttu. seonghwa'ya bakınca bana sırıtıyordu ve ben ise utangaçça gülümseyip kafamı eğiyordum. woo bunu farketmiş olacaktı ki gülüp konuşmaya başladı.
"hongjoong, biliyor musun..?"
"neyi?"
"bu ikisi öpüşüyordu. hem de tuva-"
"hadi gidelim. az sonra ders başlayacak wooyoung." dedim lafını bölüp. aptaldı bu çocuk.
"ne? seonghwa? doğru mu?"
hongjoong heyecanla seonghwa'ya döndüğünde bana baktı. wooyoung cidden salaktı.
zil çalmıştı. hızla wooyoung'ı kolundan tutup kaldırdım ve sınıfa götürdüm.
"ağzını kapat bir kere de wooyoung yah! ben abine sizin san ile öpüştüğünüzü söylesem nasıl olur?" dedim sonlara doğru gülüp. çok korkacaktı.
"ama, ben ağzımda tutamam ki!"
"biliyorum. bu yüzden öğrenmemen gerekliydi. neyse tamam sus artık."
okul bitince bugünü de wooyoung'un ağzını kapalı tutmasıyla bitirdiğim için mutluydum. tam olarak başaramasada en azından önüne gelene anlatmamıştı. iyi bir gelişme.
evime doğru yürürken omzumdan tutulan el ile çığlık atıp sırt çantamı fırlatmak üzereyken çantam omzumu tutan kişi tarafından tutulmuştu. çantamı tutan kişi çantamı indirince yüzüne bakmadan elinden aldım. kafamı ona çevirdim.
"yeosang..."
"ah... seonghwa hyung... şey özür dilerim."
ah rezil oldum. çok korkunç.
"n-ne oldu?" dedim.
"seninle gitmek istedim."
kafa salladım. tanrım, neden? geçen gün yaptığım şey aklıma gelince ne kadar aptal olduğumu düşünüyorum. ama cidden güzel dudakları var. ve tamam ondan belki hoşlanıyor olabilirdim. ama, cidden çok güzel. yürürken konuştum.
"woo bana bir şey demişti..."
okuldan uzaklaşmıştık.
"ne dedi?"
"seninle ilgili..."
"doğru söylemiş."
daha ne söylediğini söylememiştim ki.
"ne?"
"evet doğru yeosang."
ona döndüm.
"yani, şey..."
korna sesini duymamla ileriye çekilmem bir olmuştu. tam yolun ortasında durduğumu farketmemiştim. seonghwa hyung beni kendine çektiğinde gözlerimi sımsıkı kapadım. kafam göğsünde kalmıştı ve bir eli belimdeydi. beni kendine çektiği pozisyonda bir süre kaldık. çünkü şok olmuştum ve bir şey yapamıyordum. çok korkmuştum. bir süre sonra yavaş yavaş geri çekildim.
"t-teşekkür ederim hyung."
gülümsedi.
"hadi gidelim."
benim evime kadar geldiğimizde ona evimin burada olduğunu söyledim. birbirimize iyi akşamlar diledikten sonra odama çıktım. çok garipti. bir anda onunla evime gelmiştik. ama onu düşündüğümde kendimi iyi hissediyordum. seonghwa hyung bana kendimi iyi hissettiriyor.
