1.7

979 102 17
                                        

wooyoung, yaptığı resmi san'a vermek için hazırlanıyordu. az sonra olacaklar için üzgündüm. wooyoung gerçekten biraz salak.
san sınıfa girince onu yanına çağırdı.

"san-ah! sana bir şey yaptım."

"ne yaptın?"

san heyecanla söylemişti ve az sonra hevesi kursağında kalacaktı.

"al."

wooyoung elindeki tuvali uzattı.

"resim dersinde yapmıştım."

san'ın 'çok güzel bir kedi resmiymiş' demesini beklerken yanılmıştım.

"yaa wooyoung! beni mi çizdin? çok güzel olmuş!"

wooyoung'a sarıldı. nasıl onun kendisi olduğunu anlayabilmişti? şaşkınca bakıyordum. size cidden söylüyorum o resim hiçbir şeye benzemiyordu.

yavaşça yanlarından ayrıldım. çok korkunçtu. para falan almasamda kantine gittim. orada mutlu oluyorum. sanırım yemekler sayesinde. eğer bir tanıdığımı görürsem onun yemeğinden alabilirim.

hadi, tahmin edin! kantinde kimi gördüm? tahmin etmek zor değil, değil mi?

seonghwa hyung ve hongjoong hyung ve onun sevgilisi bir yerde oturuyorlardı. yönümü değiştirecekken seonghwa hyung ile göz göze geldim. uzun süre bakakaldım. çünkü o an için aklımdan binlerce şey geçirmiştim. wooyoung'un dedikleri... gerçekten doğru muydu? o da bana bakıyordu. gözlerimi kaçırıp oradan gidecekken bana el sallamasıyla durdum. gülümsüyordu. şimdi gülümsemem mi gerekiyordu. hayır, bunu yapmadım. ona karşılık vermeden oradan uzaklaştım. utanıyordum. ve evet, bu kelimeyi belki de günde on bin kez kullanıyor bile olsam bu doğruydu. ben günde on bin kere utanıyordum. sınıfıma girdim. wooyoung ve san konuşuyorlardı. kendi sırama oturdum. kafamı sıraya koydum ve kafamdaki düşünceleri atmaya çalıştım.

-

bugün içinde birkaç kez daha seonghwa hyungu görmüştüm ve hep güler yüzlüydü. ama ben bir kere bile dönüp ona selam vermemiş, yüzüne gülümsememiştim. ama ne yapabilirdim..? ne yapabileceğim hakkında hiçbir fikrim yoktu.

şu an oturmuş ödevlerimi yetiştirmeye çalışıyordum. hiç bitmeyecek gibilerdi.

telefonumun çalmasıyla telefonu elime aldım. arayan wooyoung'tu.

"efendim?"

"yeoyah, çok sıkıldım. sen ne yapıyorsun?"

"ödev yetiştirmeye çalışıyorum."

"hala bitmediler mi?"

"hayır."

"seninle buluşmak istiyordum."

"bekle şunları bitireyim. sizin oraya gelirim."

"bekliyorum."

telefonu kapayıp son yerleri de tamamlayınca pijamalarımı çıkarıp üstüme düzgün şeyler giydim ve aşağı indim. wooyounglara evimiz çok uzak değildi. yürüyerek gidersem on beş dakikamı alırdı.

evlerine geldiğimde zile bastım ve açılan zil ile birkaç kat çıktım. wooyoung beni kapıda bekliyordu.

"geldim."

"çok sıkılıyordum iyi ki geldin!"

ayakkabımı çıkarıp içeri geçtim. wooyoung'ın annesi hanımı görünce ona sarıldım. woo'nun annesi çok iyi bir kadındı. hem çok eğlenceliydi, hem de beni de kendi oğlu gibi görüyordu. şirin bir kadındı.

wooyoung'un odasına gittik. yatağına uzandım.

"evet neden geldim buraya? anlat ne yaşadınız san ile?"

beni tek çağırma amacı bu olabilirdi.

"bir şey olmadı. sadece sıkıldığım için çağırdım."

inanmamıştım. bu kesin beni bir şeyler anlatmak için çağırmıştı. yine de inanmış gibi yapıp kafa salladım.

"hongjoong seni görmek ister. oraya gidelim."

'tamam' der gibi kafa sallayıp ayağa kalktım.

hongjoong hyungun odasına girdiğimizde bize dönmüştü.

"ah, selam yeosang!"

"selam hyung."

gözümü odada gezdirince bu odada bir tek hongjoong hyungun olmadığını anlamam tabii ki uzun sürmemişti. beni bunun için mi çağırmışlardı? seonghwa hyungta buradaydı.

roses ༝ seongsangHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin