1.8

1.1K 109 76
                                    

*Bağımlısı olduğumuz gruptan, bağımlısı olduğumuz bir şarkı.*

Şarkı söylemeyi gün doğduktan biraz sonra bırakıyorum. Penceremden içeriye giren kızıl ışıkları seyrediyorum. Pencerenin yanına sersem adımlarla varıyorum, soğuk cama başımı yaslıyorum. Verdiğim sözleri, bu yüzden neleri kaydettiğimi şu an görebiliyorum. Karnım aç, gözlerim acıyor, yapayalnız hissediyorum. Pencereyi açıp, serin havayı soluyorum. Ellerimi uzatıp yağan yağmuru yakalamaya çalışıyorum. Üşüyünce yatağıma dönüyorum alarmıma kadar uyuyorum.

Yedi buçukta alarmım çalıyor ama uyanamıyorum elbette. Normalde zamanında uyandığım, hatta bazı günler yoğun iş programından dolayı erken çıktığım da olduğundan annem beni sekiz buçukta odamda ölü vaziyette uyurken buluyor. Normalde zamanında kalkan bir çocuk olduğum için, iş hayatım başladığından beri, hastalandığımdan korkuyor ama hasta olmadığımı fark ettiğinde yine film izlemekten gece uyumadığımı sanıyor ve beni terlikle vurmak suretiyle yatağımdan kaldırıyor. Anneler bazen fazla Rambo olabiliyorlar. Ki favori filmidir. Bana gençliğinde geceleri bu seriyi annesinden gizli en kısık seste izlediğini anlatır hep. Sylvester Stallone annemin ilk aşkı olabilir ki bu çok korkutucu çünkü babam kısa bir adam.

Anne, babama bunu yapmış olma lütfen.

Neyse, beni kaldırıyor. Saatin kaç olduğunu öğrendiğimde takım elbiselerimden birini hızla giymeye çalışıyorum, ayakkabılarımı giyerken fark ediyorum ki çorapların farklı renklerde ama zaten işe geç kaldığımdan bununla uğraşacak vaktim yok, kalbim sızlasa da kahvaltı yapmadan evden çıkıyorum, o arada annem minik arabasının anahtarlarını bana veriyor, Rambo aşığı falan ama harika bir kadındır annem, cici ve sarı vosvosa atlayıp, yolun ortasında istop etmemesi için dua ederken şirkete varmayı başarıyorum ve o lanet trafiğe rağmen sadece on dakika geç kalıyorum. Ki bu tebrik edilesi bir performans.

Koşarak ofise vardığımda her şeye kendimi hazırlamaya çalışıyorum çünkü çalışma arkadaşlarımın bedenlerinden yayılan o serin havayı asansörün kapısı açılır açılmaz hissettim. Demek teftiş var ve ben Kim Jongin, işe geç kaldım.

İşte, diyorum, felek vur bakalım altın silleni.

Müdürümüzün büyükbabası yani başkanımız, tonton ama ketum, elleri arkasında birleşmiş ofisi arşınlıyor. Herkes masaları başında çakışır gibi yaparak yutkunuyor ve streslerini gizlemeye çalışıyorlar.

Müdürümüz sol omzunu odasının kapısına yaslamış, kollarını önünde kavuşturmuş bir şekilde hoşnutsuz bir ifadeyle büyükbabasınu izliyor. "Büyükbaba, yeter artık. Çalışma arkadaşlarımızı germene lüzum yok."

Büyük baba bey, "Anladık, anladık." deyip de ona döndüğünde kapının girişinde yavru kedi gibi bekleyen beni görüyor.
"Lan hergele, işe geç mi kaldın?" diye soruyor bana.
"Özür dilerim efendim. Uyuyakalmışım ve trafik cehennem gibiydi."

Müdürümüz, "Dün akşam bana yardım ettiğin için yorulmuş olmalısın Jongin, mesaiye kaldığın için teşekkürler." diyor beni kurtarmak için.

Size bizim canımıza okuduğumu söylemiştim. Ama bunu sadece o yapabilir. Bir başkası değil. Ve bizi diğerlerine karşı her zaman korur.
Müdürümüz hayatımda tanıdığım en havalı adam.

"Çok mu çalışıyorsun sen aman aman." diyor bana müdürümüzün büyük babası. Sesindeki alayı zeka puanı onun üzerinde olan herkes anlayabilir.

"Özür dilerim efendim."
Sonra yanıma geliyor. Elini omzuma koyuyor, biraz yaklaşıp sesini alçaltıyor.
"Bu haftasonu benimle balığa geleceksin değil mi hergele?" diyor. Biz birbirimizin top secret balık tutma arkadaşıyız.

Malûm olaydan sonra beni kovamadığı için ve müdürümüz onunla balığa gelmeyi zinhar reddettiği için ceza olarak beni hafta sonumda mesai yapacaksın diyerek yanında balık tutmaya getirmişti. Çok şaşırmıştım. Çünkü balık tutmayı çok severdim. Aslında hiç balık da tutamamıştım o güne kadar. Oltayı atar ve saatlerce beklerdim. Olacağından değil de, umut işte. İkimiz de balık tutmayı sevdiğimizden ancak bu ilişkimizi şirkette açıklayamadığımdan top secret olarak balık tutma buluşmalarımızı sürdürüyorduk.

"Tabii ki efendim, botlarımı bile gıcır gıcır parlattım." diyorum. Gülümsese de diğerlerine çaktırmamak için gülümsemesini siliyor ve bİr daha geç kalırsan seni yirmi yedinci kattan sallarım ona göre Kim Jongin." diyor.
Yeniden özür dileyeceğim sırada müdürümüz, o tatlı kafasını aramıza sokuyor ve kısık sesle büyükbabasına, "Adamı rahat bıraksana, mesaiye kaldı dedim ya sana." diyor.

Büyükbaba geriye çekilip, "Aman ne değerli Kim Jonginmiş." diyor.
"Ne kovmaya izin var ne de azarlamaya."

Ikisini de selamlayıp masama geçtiğimde, ofistekiler bana acıyan birkaç bakış fırlatıyorlar. Sehun, evet yine Sehun, yine bana üzülerek ve başını sağa sola sallayarak karşılık veriyor. Ona dudaklarımla, "Sağol kanka." diyorum. Sonra gözlerini devirip bilgisayarına dönüyor. Kıl herif, gözlerimi devirirken bile çok havalı.

Neyse. Milleti övmeye gerek yok. Uykusuzluktan ağrıyan başım ve gözlerime rağmen sevgili bilgisayarımı açıyorum. Ortalık duruldu mu diye kontrol edip sıcak bir içecek almak için ofisin mutfağına gidiyorum.

Isıtıcıdaki su sıcak ama suyun daha sıcak olmasını istediğimden düğmesine basıyor ve o gıcık sesini dinleyerek kaynamasını bekliyorum. Kapı açılıyor ve kapattığım gözlerimi açıp gelene bakıyorum, müdürümüz elindeki boi kupası ile küçük mutfağımıza teşrif ediyorlar. Onu gülümseyerek selamlıyorum, "Teşekkür ederim müdürüm, hayatımı kurtardınız az önce." diyorum.
"Önemli değil, dün benim yüzümden eve geç varmak zorunda kaldın, yalan değil yani." diyor.
"Kahve alacaksanız demlemiş bizimkiler ama çay istiyorsanız su yeni kaynıyor müdürüm." diyorum o konuyu daha fazla uzatmayarak.

"Çay içecektim." diyor.
"İsterseniz siz gidin, ben getiririm su kaynayınca."
"Ah, gerek yok. Zaten çok sürmez."
Onu sessizce onaylıyorum.

"Neyin var?" diye soruyor bana. Sessiz kaldığımda, "biz arkadaşız, anlatabilirsin bu yüzden." diyor.

"Yok müdürüm, ondan değil. Uyuyamadım dün gece, güneş doğduktan sonra uyuyunca da uyanamadım, kahvaltı da edemedim o yüzden ayılamadım daha." diyip gülümsüyorum kendi fincanımı dolapta ararken. Gülümseyişinin nefesini duyuyorum.

"Neden uyuyamadın ki peki?" diye soruyor bu sefer de.

"Biriyle bir konuyu konuşmam gerekiyordu da." Bir şey demiyor. "Siz nasıl oldunuz, ağrınız nasıl oldu, uyuyabildiniz mi?"

"Ben de biraz geç uyudum ama tamamen dinlendim. Son zamanlardaki  en iyi uykum olabilir."

"İlaç işe yaradı galiba." diyorum ona. Şu kaynıyor. Onun bardağına uzanıyorum.  Önce onun çayını yapıyorum, bardağını ona uzatırken, parmaklarını izlediğini fark ediyorum. Onda bu sabah kesinlikle bir gariplik var.

"İyi misiniz müdürüm?" diye sorduğumda.
"Evet," diyor, "ilaç gibi geldi, teşekkür ederim."

************
Merhabalar.
Neler oluyor böyle?

Güzel günler dilerim, ben uyumaya gidiyorum efendim.

Öpücükler.

08.29
15.05.2020

-Gölge
Sevgilerle.

Bir, iki, üç...


BABA DOĞUM GÜNÜN KUTLU OLSUN, NİCE MUTLU YILLARA, SENİ ÇOOOOOKKKKK SEVİYORUM..

yüreğime konan dert "kaisoo (tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin