9.Sanatın Kalbi Nerede Atar?

46 7 92
                                    

Kendilerine özgür sokak müzisyeni diyen topluluk, Taehyung ve Jungkook'un hayatları boyunca yaşamadıkları ve deneyimlemeleri bundan sonra da imkansıza yakın bir hayat biçimini benimsemişlerdi. Hana benzeyen bir yerde kalıyorlardı, herkesin kendisine ait bir odası vardı bu odalarda ikili, üçlü yaşıyorlardı, hanın orta devasa bir masa ve etrafında da kırık dökük sandalyeler vardı.

Fakirliğin ve sefilliğin kokusu her yerdeydi, buna rağmen düzensiz olmasına rağmen tertemizdi. İçerisi oldukça tozlu, yatak örtüleri ise yırtık ve eskimişti. Duvarlarda çizgi çizgi çatlaklar vardı, handaki ortak buluşma yerinin en tepesinde ise kuş yuvaları yer alıyordu ve zaman zaman oradan üstünüze kuş tüyleri düşmesi mümkündü. Her beraber kanat çırptıklarında en üstte kalanlar bir yerlerini gagalamasınlar diye eğilip yüzlerini saklamaya çalışıyorlardı.

Pencereler cumba şeklindeydi ve perdeler sonuna kadar açıktı, perdelerde yer yer sigara yanıkları ve esnemiş, yırtılmış yerlerinden sarkan ipler vardı. Bir mutfak yoktu, onun yerine büyük bir kuzine ve yanına dizilmiş sıra sıra bardak, tabak ve çeşitli mutfak araç-gereci vardı. Dışarıdan bakanlar için son derece umutsuz ve iç karartıcı bir yer gibi gözükse de içeridekiler için hiç öyle değildi.

Taehyung ve Jungkook ilk kez konaklayacakları yeri gördüklerinde sıkıntılı hissetmişlerse de insanlara baktıkça neşeleri artıyor ve onların yaşamak için nasıl bir felsefeyi benimsediklerini öğrenmeye çabalıyorlardı. Hakikaten dil, din, ırk farketmiyordu onlar için. Ortalıkta Fransızca bilmeyen çok az kişi olsa dahi onlar da diğerleriyle beden dili ile konuşuyordu ve anlıyorlardı da. Genç zaman yolcuları ise onların bile konuştukları dili anlıyorlardı, ikisi de bu durumdan son derece hoşnutlardı.

Dinlerinin de farklı olduğu belliydi, aralarında Budistler, Paganlar, Şamanlar, Hristiyan, Müslüman ve bir dini inanca sahip olmayan kişiler vardı. Hepsinin arkadaş grupları belli gibi görünüyordu ama buna rağmen birbirleriyle de iyi geçiniyorlardı, bu arkadaş grupları ise belirli ırklardan oluşmuyordu ya da belirli bir cinsiyetten, tamamen karmaydı. Taehyung hiç görmediği müzik aletlerini görüyor, Jungkook hiç işitmediği tınılar işitiyordu. Bu romantik Fransızca şarkılar ya da isyankar Punk Rock değildi, bu büyüleyici Blues türünde ya da içinizi kıpır kıpır yapan Pop değildi.

Bu nehirin sesini, bakır kalaylarken ortaya çıkan acı kokuyu, pırıl pırıl parlayan güneşin görüntüsünü, şehvetin tınısını sunuyrdu size. Hayır, diğer türleri aşağılamıyorlardı bu sadece daha önce işitmedikleri kadar tabii ve gerçek geliyordu onlara. Mekanın ne kadar döküntü olduğu önemli değildi, yine döküntü bir şekilde şişeler içerisinde, kullanılmış reçel kavanozlarında yetiştirilen bitki ve çiçekler vardı.

Bir sürü gibilerdi, yiyeceklerini paylaşıyor ve minik bir görev dağılımında bulunuyorlardı ama bir o kadar da birbirlerinden bağımsızlardı. Taehyung ve Jungkook'u ise hızla benimsemişlerdi, akşam yemeğine oturduklarında ve onlara ekibe katılmayı teklif eden kişinin onları diğerlerine tanıtması ve herkesin birbirleriyle kaynaşması için, burada işlerin nasıl yürüdüğünü göstermek adına büyük bir sohbet başlattığında ikili oldukça kafası karışmış bir şekilde bir kişiden diğer kişiye bakıp kimi dinleyecekleri konusunda şaşırıyorlardı.

Onları buraya getiren kişi ise bu kaosu susturarak genç ikiliye alkol isteyip istemediklerini sordu ve onlara aralarında bulunan Türk bir kudüm ( Toprak ve ya dövme bakır gövde üzerine deri gerilerek yapılmış, çift gövdeli, zahme adı verilen ağaç çubuklarla vurularak çalınan bir enstrüman) çalgıcısının getirdiği rakıyı ikram etmişti. Taehyung rakıdan bir yudum aldığında yüzünü ekşitmiş ve içtiği şeyden pek hoşlanmamıştı, onun aksine Jungkook'un bu yeni tat hoşuna gitmiş gibi görünüyordu.

Midnight in PastHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin