Jeon Jeongguk için diğerlerinin aksine pazartesi öldürücü bir gün gibi gelmiyordu. Onun için her gün öldürücüydü çünkü her gün sabahın beşinde kalkıyor, duşunu alıyor ve ağzının içine bir şeyler tıkmayı kahvaltı yapmak sanıyordu; dört işte çalışıyordu ve dördü de birbirinden beter yorucuydu. Dahası patronları dakikti, bir dakika bile geç kalmaya lüksü yoktu. Gece geç saatlerde evine dönüyor, yapabilirse üç saat kadar uyumayı kendine ödül görüyordu.
Yorucu bir hayatı ve aslında bu yorucu hayatı kaldıramayacak kadar hassas bir bedeni vardı; her mevsim hastalanabilirdi ve her hastalandığında ise iyileşebilmesi için en az bir hafta gerekiyordu. Kısa bir süre gibi gelse de o kadar ağır geçiriyordu ki, bu süre Jeongguk için bir ay gibiydi. Fakat tek başına yaşaması ve gerçekten dikkatsiz biri oluşu nedeniyle bir haftada iyileşebiliyorsa buna mucize diyebilirdiniz ya da Tanrı'nın vicdanı. Ancak Tanrı'nın o kadar da vicdanlı olduğu düşünülemezdi çünkü Jeongguk geçirdiği ağır hastalıklar nedeniyle birçok işten kovulmuştu. O bunu neredeyse sorun bile etmiyordu artık, koskoca şehirde bilinen ya da bilinmeyen o kadar çok işte çalışmıştı ki, yeni bir iş bulması onun için zor değildi. Sadece ücrette sıkıntı çekiyordu, bunu da birden fazla işte çalışarak kapatmaya çalışıyordu.
Şu sıralar hastalık kapısını çalmadığı için çalıştığı dört işinde de bir sorun yaşamıyordu. Sabahları kalktığı gibi fırına gidiyor ve fırının sahibinin oğlu gelene kadar -bu yaklaşık dört saat yapıyordu- hazır gelen pişirimleri fırına atıyor, etrafı toparlıyor ve müşterilerle ilgileniyordu. Oradaki işi bitince part-time çalıştığı Starbucks'a gitmeden önce yol üzerindeki yaşlı bir hanımefendiyle anlaştığı üzere haftada iki kere onun verdiği listeyle mutfak alışverişini yapıyordu. Bazen bu hanımefendi ona kendi yaptığı çöreklerden ikram ediyordu. Starbucks'taki işi akşam üzeri beş gibi bitiyor, yarım saatlik molanın ardından spor alanına gidiyor ve orada akşam sporu yapan ailelerin köpekleriyle ilgileniyordu. Belki de işleri arasından en yorucu olanı buydu çünkü köpekler fazlasıyla hareketliydi, peşlerinde koşarken akıttığı terler nedeniyle kaç tane tişörtünün renginin solduğunu hatırlamıyordu. İki saat köpeklerle ilgilenmesinin ardından ise merkezdeki bir markette saat sekizden gece bire kadar çalışıyordu. İşlek bir market olduğu için bazen patronu ondan bir saat daha kalmasını istiyordu, ki her ne kadar kalması ücretine yansıyor olsa da Jeongguk bunu istememesi için saat bire gelirken dualar ediyordu. İşte. Jeongguk'un her günü böyle geçiyordu ve ne kadar fiziken bu rutine alışmış olsa da, bazen yere çöküp -nerede olduğu önemli değildi- ağlama isteğiyle başa çıkmaya çalışıyordu.
"Evet," dedi karşısında dikilen iki genç kıza. "Size ne verebilirim?"
"İki tane buzlu americano, lütfen," İçlerinden sarı saçlı olan bunu söylediğinde başını sallamış ve hazırlamaya başlamıştı. Bu sırada siparişi veren "Ne zamandır burada çalışıyorsun acaba?" diye sorduğunda bir an bile duraksamamıştı çünkü sohbet etmek amaçlı sorulan bu soruyu gün içinde birçok kez duyuyordu.
"Bir süredir," dedi üstü kapalı bir şekilde. Ardından hazırladığı içecekler aynı olduğundan isim yazma gereği duymadan önlerine bırakıp gülümsedi ve arkalarında bekleyen diğer müşteriye baktı. Kızlar mesajı almış gibi sessizce teşekkür edip içecekleriyle birlikte oradan ayrıldılar.
"Jeongguk," Duyduğu sesle devamında gelecek olan şeyi bildiği için dudaklarını birbirine bastırdı. Başını kendisinden de uzun bir süredir çalışan Sohoon'a çevirdi. "Sen şuraları temizle, siparişleri ben alırım." Başını salladı sadece. Sürekli dağıtıyor ve kolaya kaçıp işlerini Jeongguk'a yaptırıyordu. Bundan ne kadar hoşlanmasa ve sesini çıkartmak iste de karşısındaki hem kendisinden büyüktü hem de müdürle araları gayet iyiydi. Boktan bir sebep yüzünden işinden olmak istemiyordu.
"Tabii," diye mırıldandı bu nedenle ve paspası almak için arka tarafa yürümeye başladı.
***
Evine vardığında saat ikiyi on dört geçiyordu. Üzerindekilerden bir bir kurtulduktan sonra kendini soğuk çarşafa bırakmıştı. Gerilen kasları buluştuğu yumuşak yüzeyle gevşerken canını yakıyordu, acıyla inleyip sağına döndü. Bu sırada yanında mesaj bildirimiyle aydınlanan telefonunun ekranını gördü. Kimden geldiğini bildiği için hızlıca eline aldı.
Gönderen: Somi
Saçlarımı kestirdim!!!!!
OMGOMGOMG
BANA HEMEN YAKIŞTIĞINI SÖYLE
HEMENNNNNNNNGönderilen: Somi
Hâlâ çirkinsinGönderen: Somi
demek istediğin şey OMG kız kardeşim kendine ne yaparsa yapsın her şekilde yakışıyor ve onun bu kadar güzel olması insanların sağlığına tehlike arz ediyor
O TANRI DEĞİLSE KİM
I AM SOMI BITCH
teşekkürler tatlım 😙😙😙😙Jeongguk mesajı okuduktan sonra gülmüş ve gözlerinin kapanmaması için çabalamıştı.
Gönderilen: Somi
Gevezelik yapma
NasılsınGönderen: Somi
Hâlâ reşit değilim
Ve liseye gidiyorum
Sence nasıl olabilirim?Gönderilen: Somi
Ne güzel
Yerinde olmak isterdimGönderen: Somi
Bahsettiğim şeyi biliyorsun ve yerimde olmak istemeyeceğini deJeongguk bu konuşmayı uzatmamak için kaçmaya karar verdi.
Gönderilen: Somi
Çok uykum var
İyi geceler
Seni seviyorumGönderen: Somi
Kaç tabii
Sanki yapmadığın şey
Neyse
Yüce gönüllü bir insan olduğum için ben de seni seviyorum
SADECE BUNUN İÇİNGönderilen: Somi
Çok şanslıyımGönderen: Somi
Evet evet
Her neyse
İyi uykularJeongguk telefonunu bir kenara bırakıp gözlerini kapattı. Kardeşine duyduğu özlemle göğsü ağrısa da yorgunluğuna yenik düşüp uykuya dalması çok da uzun sürmedi.
ucusa hazir miyiz bence hayir
ŞİMDİ OKUDUĞUN
common love isn't for us (don't you agree?)
Fanfictiontabii ki de siradan ask teguka gore degil