Bira şişelerini ve sigara paketlerini bir poşete koyup gerekli miktarı söyledi. Uzatılan kredi kartını alıp işlemi gerçekleştirirken şifre için karşısındaki adama pos cihazını çevirdi. Hareketleri ne kadar bir robotunki kadar sabit ve hızlı olsa da gözleri tembel bir şekilde açılıp kapanıyordu. Diğer günlerin aksine yorgunluğu öyle çıldırtacak denliydi ki pos cihazını kafasına geçirip geçirmemek arasında yaklaşık bir beş dakika kadar ciddi ciddi düşünmüştü.
Fişi kredi kartıyla birlikte adama uzattığında adam hiçbir şey demeden alıp marketten çıkıp gitmişti. Jeongguk bir süre kapanan kapıya bakıp insanların kolayca katil olmasına şaşmamalı diye iç geçirdi. Çünkü adamın peşinden gidip teşekkür edene ya da en azından bir kolay gelsin diyene kadar yumruklamanın ne kadar da rahatlatıcı bir eylem olacağını tahmin edebiliyordu. Hayır, o şiddet yanlısı biri değildi sadece beyni artık işlevini yerine getiremeyecek kadar bitkindi.
Kasanın ardındaki sandalyeye oturdu. Döner sandalyede iki tur atmış midesi bulanınca durmuştu. Marketin parlak beyaz ışıkları gözlerini alıyorlardı, buzdolaplarının çıkardığı ses kulaklarını tırmalıyordu. Jeongguk en zor hayatı yaşadığını iddia etmiyordu fakat yaşadığı hayatın kaldıramayacağı kadar zor olduğunu tepeden tırnağa anlıyordu. Zaten hiçbir zaman güçlü biri olduğunu söylememişti.
Gerindi. Gözleri duvardaki saate kaydı ve saatin çıkış saatine yaklaştığını görünce gözleri mutluluktan doldu. Elinin tersini burnuna yaslayıp esnediği sırada içeriye giren bir grup insanı gördü.
"Markette ramen yemek nasıl bir şey merak ediyorum!" İçlerin bir kız bağırarak söylediğinde gözlerini kısıp cümleyi kafasında tekrar etti. Markette ramen yemek nasıl bir şey merak ediyorum. Ne? Bu... bu nasıl saçma bir meraktı Tanrı aşkına, Kore gibi bir yerde bunu yapmayan mı vardı sahiden?
"Ben de ramen nasıl bir şey merak ediyorum," Bu ses ise bir erkeğe aitti. Rafların arasına karıştıkları için oturduğu yerden onları göremiyordu. Ama kalmak da içinden gelmedi. Bir süre onların gülüşmelerini ve saçma sapan isteklerini dinledi. Konuşmaların içinde bir sürü marka ve yüksek meblağlar geçtiğini duyunca aslında bu isteklerin onlar için çok da saçma olmadığını düşündü. Belli ki zenginlerdi ve gecenin bu saatinde yapacakları en büyük çılgınlık orta halli insanların nasıl beslendiğini deneyimlemekti. Jeongguk memnuniyetsiz bir şekilde dudaklarını büktü. Zengin insanlarla hiçbir derdi yoktu fakat bir şekilde onlara karşı bir soğukluk hissediyordu. Bu okul dönemlerinde yaşadığı birçok ayrımcılıktan da kaynaklanıyor olabilirdi.
"Hey!" Karşısında dikilen kıza baktı. Sırıtıyordu, çok, çok rahatsız edici bir sırıtmaydı ve Jeongguk yüzünü buruşturmamak için kendini zor tuttu.
"Nasıl yardımcı olabilirim?" dediği sırada biri "Ryu!" diye seslendi. Önündeki kız omzunun üzerinden seslenen kişiye baktı. "Ne? Ne var?"
"Taehyung, arabayı park edecek bir yer bulamamış, alın ve gidelim diyor-"
"Ona bulmasını söyle," Ağzını yaya söyledi ve Jeongguk fark etti ki o sarhoştu. Öylece durduğu yerde bile sallanıyordu.
"Taehyung- gel işte oğlum, hassiktir-" Birden duyduğu devrilme sesiyle Jeongguk'un kalbi çok fena atmış, hızla oturduğu yerden fırlamıştı. Kasanın arkasından çıkıp gürültünün geldiği yere yöneldiğinde gördüğü görüntü karşısında diline dizilen küfürleri tutmak adına dişlerini dudaklarına geçirdi. Harika. Bir bu eksikti.
İki raf boylu boyunca yerdeydi, üzerindeki ürünlerin hepsi etrafa saçılmıştı ve o dağınıklığın arasında iki kişi yerde oturmuş kahkaha atıyorlardı. Jeongguk ne yapacağını bilemez bir şekilde kalakalmıştı. Ağzını bir şeyler söylemek için açıyor, geri kapatıyor ve ensesine yasladığı ellerini sıkıp duruyordu. Çıkış saatinin yaklaştığını mı söylemişti? Unutun onu. En az bir saat de buradaydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
common love isn't for us (don't you agree?)
Fanfictiontabii ki de siradan ask teguka gore degil