Eğer yaşamımı bir şeye benzetecek olsaydım vahşi doğa da hayatta kalmaya çalışan kanadı kırık bir kuş derdim. Evet, ben Kılıç'ın da dediği gibi kanadı kırık bir kuştum bu yüzden yırtıcının pençelerinde son nefesimi vermeden evvel ya kanadımı tedavi edip uçacak ya da ölümü kabullenecektim. Tabiat ana çok acımasızdı...
Şu an onun kollarının arasında çırılçıplak aynı yatağı paylaşırken bile aklıma düşenler bunlardan ibaretti. Teninin tenime değişi dahi yelkenleri suya indirmem için yeterli bir sebep değildi keza o bir yırtıcıydı. Pençelerini saklaması beni öldürmeyeceği anlamına gelmiyordu.
Gözlerimiz açık bir vaziyette sessizliği dinlediğimiz kaçıncı dakikaydı bilmiyorum ama ona anlatmam gerekenler olduğundan konuşmanın başını çekme kararı aldım.
"Batur, mağarada iken anlam veremediğim bir şey yaptı." diyerek girdiğim söze karşılık bir kıpırdanma hissettim.
"Ne yaptı o şerefsiz?"
Sesi sakin gibi gözükse de vücudunun gerilmesi pek sakin olamadığını kanıtlıyor nitelikteydi. Lafı dolandırmadan konuya girmek daha mantıklı oluşundan ötürü bir hışımla "Kendini topuğundan vurdu ve bunu neden yaptığını sorduğumda sana karşı kullanmamı istedi. Neymiş ben, onu vurdu gibi gözükerek senin gözünde yanlış anlaşılmadan kurtulacakmışım." dedim.
"Bunu bana anlatmış olman onun planına düşmemiş olduğun anlamına geliyor."
Kafa salladım. "Parmağıma yüzüğü taktığın o gün sana ihanet etmeyeceğimi söylemiştim."
Sadakat, herşeyi kapsayan çok zorlu bir kelimeydi. Çoğu bu insan kelimeyi kullanır ama bu kelimenin bileklerine geçirdiği kelepçenin kalıcılığından haberleri olmazdı. Güven verici bir kelime olarak görünsede aslında bir o kadar tehlikeliydi de.
"Bunu zaman gösterecek." diyen sözü hala bana karşı güvenmediğini açıkça belli etse de umursamadım. Hayatı hep dost ve düşman arasında kalan insanlarla geçmiş bir adamı ikna etmek kolay olmsyacaktı. Hele ki Batur'un bana karşı olan gereksiz yakınlaşması gözüne batmıştı ve bu bir kocanın, karısına duyduğu kıskançlık değildi daha çok o gözler benim hata mı arıyordu.
Havanın soğuk olmadığını biliyordum fakat bacaklarımı onun onun bacaklarına dolamaktan kendimi alamamıştım. Hiçbir tepki vermiyordu küçük bir kımıldama bile hissetmezken bir an da yatakta oturur pozisyonu alıp sırtını yatağın başına dayadı. Onun hareketiyle bacaklarımı çözmek zorunda kalmıştım.
Doğrulmak yerine pozisyonumu bozmadan göz ucuyla ona baktım. Arduvaz gözlerini kapamış sol eli burun kemerini ovalıyordu. Yeni yeni dikkatimi çeken gözaltı torbaları ve morlukları ne kadar uykusuz olduğunu yüzüme vurdu. İçimde tek bir art niyet barındırmaksızın "Yorgun görünüyorsun, uyumalısın." dedim an da gözlerini açıp kısa bir bakış attı. Ardından hiç vakit kaybetmeden bacaklarını yataktan sarkıttı ve eğilerek yerdeki baksırı alıp sıkı kalçalarından geçirdi. Kısa süre sonra da pantolonunu giyip, yatağın sağ kısmında kalan gömme dolaba ilerledi. İçinden rastgele bir gömlek alıp sırtına geçirir geçirmez kapıya doğru adımladı. Sadece sessizce onu izledim. Kapının kulpunu tutan elini oynatmadan son kez bana döndü.
"Uyu sen, ben ofisimde olacağım." der demez kapıyı açtı.
Kapanan kapı ile kafamı geri yastığa koydum. Şu an yatak, hiç olmadığı kadar büyük ve soğuk hissettirmişti. Sinirden mi bilmiyorum kaşlarımı çatma isteğime mani olamadım çünkü daha demin kocam tarafından reddedilmiştim. Sevişmek haricinde benimle aynı yatakta olmayacağını belli eden bir reddi bu. Ondan bana karşı aşk veyahut gıdımlık bir sevgi beklemesem de en azından saygı göstermesini ve karısı olarak görmesini istemem bencillik miydi? hangi karı-koca ayrı odalarda kalırdı ki? 18.yüzyılda da değildik...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KASATURA | Yarası Keskin +18
Genç KurguZergül, doğuştan topal bir kızdır. Hizmetçilik yaptığı evin lideri Kılıç Şahbazoğlu ile çocuk doğurmaya dayalı anlaşmalı bir evlilik yapar. Birbirlerinden nefret eden iki kalp fakat bir o kadar tutkuyla sarmalanan iki bedenin hikayesi.