1. ATEŞ ÇUKURU

119K 5.9K 8.4K
                                    

instagram: burcinsaridogann

bölüm şarkısı:
billie eilish • six feet under

Birinci Bölüm • "Ateş Çukuru."

Kalabalığın içinde kaybolmuş gibi hissediyordum.

Gece mavisi saçlarıma değen bakışlar, esmer tenimden sızan nefesler ve büyük bir şehrin ağrısını taşıyan göğüs kafesim.

Görünmez miydim? Görünmezlik pelerini ruhuma giyinmemiştim ama insanların bana olan bakışları, insanların benim hakkımda olan düşünceleri beni bu düşünceye itmişti. Mühürlü kapıların ardında saklanan kimsesizliğim, göğüs kafesimde yaşayan şehrin gürültüsü kadar sessizdi.

Ankara'yı göğüs kafesime, dar sokaklarını kalbimin dört kapakçığına, şehrin gürültüsünü ise kimsesizliğime sığdırmıştım ama bugün hiçbir yere sığamıyordum.

Beş aya yakın bir süredir yılmadan çektiğim hastane kokusu, bugün sadece burnuma değil kalbime de ağır geliyordu. Zihnimin içinde yıllardır süren bir savaş, çatlamış dudaklarımda ise ifadesizliği yırttığım buruk bir tebessüm vardı. Bu tebessüm, yaklaşık beş dakika önce satırlara akıttığım hayatımın mürekkebi gibi yüzümde patlamış ve tebessüm gözyaşlarıma dağılmıştı.

Bir şehir göğüs kafesimi yırtmış, bir şehir beni rahmine ağlayarak düşürmüştü. Bir şehir ince bileklerime, elli katlı binayı devirmişti. Göğüs kafesimi parçalayan çaresizlik, yeni yeşermiş olan umudu da benden çalmıştı.

Aylin... Ay kızım. Ay ağılım. Küçücük yüreğini saran bu hastalığın çaresi benim avuç içime bırakılmıştı ama bu çaresizlikten başka bir şey değildi.

Ela gözlerimden damlayan gözyaşları, elimde dakikalardır tuttuğum plastik kahve bardağının içine düşmüştü.

Ben hiç ağlamazdım sen bu derde düştün düşeli, hep güçlü görünmek zorundaymışım gibi hissederdim ama bugün ne olur affet beni, kendi içime bile sığamazken; gözyaşlarımın sessizce gözlerimden dökülmesi bu şehrin omuzlarıma bıraktığı ağırlığı hiçbir yere sığdıramıyor oluşumdandı.

Elimdeki plastik kahve bardağını, hastanenin girişinde duran çöp kovasına attım ve hiçbir şey olmamış gibi gözyaşlarımı elimin tersiyle sildikten sonra tekrardan hastaneye girdim. Hastanenin nefes damarlarına düşen kokusu, her zaman olduğu gibi yine burnuma sinmişti.

Yaklaşık iki buçuk ay önce sekiz yaşındaki kız kardeşim Aylin'e akut lösemi tanısı koyulmuştu. İlk önce iştahtan kesilmiş, o çok sevdiği çikolataları bile yiyemez hale gelmişti. Okul ve çalışma yoğunluğu arasında kız kardeşim Aylin'e ayırabildiğim vakit yakalandığı bu hastalığın tam olarak iki buçuk ay sonra öğrenmemize neden olmuştu. Kız kardeşim lösemi tanısı koyulmadan iki buçuk ay yaşamış, geriye kalan iki buçuk ay sonrasında ise ömrümüz hastane köşelerinde sürünmekle geçmişti. Yaklaşık beş aydır bu hastalığın pençesine takılan küçücük yüreği, artık bu hastalığı kaldıramayacak kadar yorgundu. Yaşadığı eklem ağrıları gün geçtikçe artmış, vücudunda anlam veremediğim morluklar oluşmaya başlamıştı. Günler sonra soluğu hastanede almıştık ama geç kalmıştık.

Şimdi ise, Ankara'da annemin son kalan altınlarını satarak özel bir hastaneye getirdiğim kız kardeşimin kemoterapi günüydü bu yüzden buradaydım, hastalığı şimdilik ilerlemiyor olsa bile yaklaşık bir hafta sonra ödediğim ücretin günü dolacak ve banka hesaplarına bir miktar daha para yatırmam gerekecekti. Kız kardeşim kemoterapi tedavisine şimdilik cevap veriyordu ama hastalığın tanısını koymak için çok geç kaldığımızdan, kemoterapiye cevap veriyor oluşunu daha ileriye götürebileceğinden doktorumuz Mert Asım Bey emin değildi.

LEZÂ ÇUKURUHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin