Ne kadar zamanın geçtiği önemli değildi, zaten gecesi de gündüzü de yoktu. Onun yeryüzünü okşayan kızıl ışıklarını göremedikçe güneş doğsa ne anlamı vardı, ya da soluk parlaklığının yıldızları gölgelediğini göremedikçe ayın yükselmesi onu ne kadar ilgilendirirdi? Onları görebilecek gözleri olsa bile göremezdi, artık yer altındaydı. Battığı çukur çok derindi ve eşi onu çaresizce oradan çıkarmaya çalıştıkça daha çok boğuluyordu. En azından Yibo böyle hissediyordu çünkü ne enerjisi vardı, ne iştahı kalmıştı onda.
Yine de bir hafta geçtiğini biliyordu ama geçen günleri sadece haber kanallarından anlayabiliyordu. Eğer normal bir uyku düzeni olsaydı uyuduğu geceleri sayabilirdi, şimdi günün hangi zamanında uyuduğunu kestiremiyordu. Bazen Xiao Zhan'ın hemen yanı başından gelen kıpırdanma sesleriyle uyanıyordu, eşinin o uyurken hiçbir şey söylemeden hemen dibinde ne yaptığını merak etse de sormuyordu çünkü alacağı cevaptan korkuyordu. Bazen kendiliğinden uyanıp etrafa onun adını sesleniyor, çıt çıkmayınca evde olmadığını anlayıp yenilgiyle kıvrıldığı köşeye geri çöküyordu.
Eşi ilk günlerde işe gitmeyip onun yanında kalabilmek için bahaneler uydurduğunda Yibo onu gitmesi için zorlamak zorunda kalmıştı. Nasıl olsa evde yalnız kalabiliyordu, eskisinden tek farkı onu boğan bir hüzünle boğuşmasıydı ama her insan acıya az çok alışkın olduğu için bunun da üstesinden gelebilirdi değil mi? Üstelik artık alışmaya, en azından kabullenmeye başlamıştı. Yani, bir harabe olduğunu kabulleniyordu.
Bunu ona kimin yaptığını merak ediyordu, yani ona gözlerini verecek olan adam bir intihar ya da kaza değil, bir cinayet sonucu ölmüştü. Elbette biraz aklı olan her insan katilin daha önce onlara crvena üreticisini gönderen kişi olduğunu anlayabilirdi. Nedenini de kavrayabiliyordu. Rekabet, nedeni rekabetti. İlk önce Xiao Zhan'ın gözlerini kör edip işine dönemeyecek duruma getirmekti amaçları, ama paketi açan kişi kendisi olunca işin seyri değişmişti. Şimdi de yaptıkları şeyi devam ettirmeye, kendi gözlerine kavuşmasına engel olarak Xiao Zhan'ı ruhsal açıdan çökertmeye çalışıyorlardı. Çökmüştü de, Yibo eşini göremese bile en az onun kadar kedere boğulduğuna adı gibi emindi. Yine de onun aksine öfke hissediyor muydu? Hayır. Daha çok kaderine boyun eğmiş gibiydi, onu parçalayan insanlara bakıyor ve, durmayın, ben zaten alıştım diyordu sanki.
Öfke- ah, evet, öfke. Xiao Zhan eşinin aksine damarlarının içinde artık kan değil nefret akıtıyordu. Kalbi hüzün ve kini barındıran bir sığınağa dönüşmüştü. Yine de o et parçasının içinde, karmaşık sokakların ardında küçük bir oda vardı, orası anahtarının sadece Wang Yibo'da olduğu özel bir yerdi. Orada kimseye gösteremeyeceği güzel duygular ve anılar vardı. O oda var olmaya devam ettiği sürece Xiao Zhan hiçbir şeyden şikayet etmezdi. Evet, ve şimdi o odanın duvarlarını yıkmaya çalışıyorlardı. Elbette bunu yapanları bulacak ve intikamını alacaktı. Yalnızca şimdi iyileştirmesi gereken bir ruh vardı, hemen gözleri önünde duruyor ve hiçbir şeyden haberi olmadan tabağındakileri çatalıyla karıştırıyordu.
" Yemeğinle oynamak hiç hoş olmayan bir davranıştır Yibo Bey, lütfen burun kıvıracağınıza bir şeyler yiyin."
" Ama yedim." Dudaklarını büzüp omuz silkerek onun yeterince motive tutmaya çalıştığı sesine ruh gibi cevap verdi.
" Üç dilim patates yemenin midende pek bir şey değiştireceğine inanmıyorum." Xiao Zhan onun parmakları arasında tuttuğu çatalı kavrayıp küçük bir patates dilimine batırırken başını onaylamazcasına iki yana sallıyordu. Dudaklarına çatal dayanan Yibo zorla patatesi yemek zorunda kaldığında derin bir nefes verdi. En azından birkaç gündür yemek yiyordu. İlk günlerde yediği her şeyi lavaboya koşup geri çıkarmaktan başka bir şey yapmamıştı. Elbette her seferinde biricik eşinin yanında olmuştu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Alcyone [Yizhan]
FanfictionSen gülümseyince, kör gözlerimin ardından bile görürdüm ışığını ben!