Her şeyi gidiyordu. Bütün çocukluğu, babasının tüm emekleri, onun tüm emekleri. Bu şirketi iyi bir yerlere getirebilmek için sabahladığı günler, uyumadığı geceler. Eşini gözlerine kavuşturabilmek için biriktirdiği para, bulduğu tedavi yöntemleri... Her şeyi gidiyordu.
Her şeyi gidiyordu da, karşılığında asıl varlığını geri alıyordu, Wang Yibo'yu.
Her ne kadar yenilirse yenilsin, sonuçta ona kavuşacaktı yeniden... Yine kokusunu içine çekebilecekti, öpebilecekti onu. Ha, bir de, neden onu bırakıp gittiğini soracaktı ona. Beni geride bırakmaya nasıl gönlün elverdi, diyecekti. Ama asla küs kalamayacaktı, ayrılamayacaktı yanından. Hepsini yapacaktı bunların. Sadece Yibo yanında olabilse...
"Efendim... Ya yanlış yapıyorsak?" Yin Huan yanağından süzülen bir damla yaşı hemencecik sildi, çatının ucunda duran Xiao Zhan'a doğru yaklaştı. Şirketi her şeyiyle ona devrediyordu... Yin Huan da diğerleri gibi artık Nathaniel Chen'in emrinde olacak demekti. Nasıl olurdu bu... O herifin yanında çalışacağına istifa ederdi daha iyi!
"Ben zaten birçok şeyi yanlış yaptım." Xiao Zhan sert rüzgara boyun eğerek gözlerini yumdu. Omuzları yıllar sonra Yibo dışında başka birinin yanında çökmüştü, artık meydan okumuyorlardı dünyaya. "Yenildim ben."
"Ya Wang Yibo bizden... Başka türlü bir destek bekliyorsa?" Genç kız hala umudunu kaybetmediğini belli eden heyecanlı sesiyle hemen onun yanında durdu. "Yani, bir düşünün lütfen! Neden durduk yere kendi isteğiyle onların yanına gitsin? Kendi planı olmalı!"
Xiao Zhan'ın sesi ise onun aksine kaybolmuş gibiydi; umutsuz, karanlık. "Doğru olabilir... Ama hala dönmedi o."
"Belki de sizden beklediği destek... Ona karışmamanızdır. Belki de şirketi ona vermemeliyiz-"
"Bak Yin Huan, Nathaniel Chen ile çalışmak istemiyorsun, farkındayım. İstiyorsan şimdi gidelim, odamda istifa formunu doldur. Azat edeyim seni, bulaşma ona."
Genç kız başını iki yana doğru salladı. "Hayır, yanlış yapıyoruz. Yanlış yapıyoruz biz!"
Xiao Zhan onu duymamış gibi yaptı, şirketinin çatısının üzerinde son kez durup şehrin manzarasını izledi usulca. Bir yandan da elveda, diyordu. Elveda, baba. Özür dilerim, tam bir aptaldım ben.
🕊️
Gün ışıkları son demlerini vurmak üzereydi yeryüzüne, yavaşça ufuk çizgisine doğru iniyordu. Saatler hızlıca geçiyor, akreple yelkovan sanki yarış yapıyordu. Bu rekabet başını döndürüyordu... Gerçi başını döndüren tek etmen bu değildi. Açtı, üç gündür tek yiyebildiği şey bir somun ekmekti. İki gün önce sıkılan boynu, daha dün tokat yediği yanağı, odadan odaya çekiştirilip durulan bilekleri acıyordu. Artık ne zaman uyuyup uyandığını bile bilmez olmuştu.
Umudum var... Umudum var. Zamanı geldi. Zaman bir şeyleri çözdü. Wang Yibo olduğu yerde Tanrı'ya dua ederken kapı aniden açılıvermişti. Gelen, her zamanki biri Nathaniel Chen'di... Fakat bu sefer elinde bir silah tutuyordu. Yüzünde yıllardır sürdürdüğü bu kazandığı için mutlu olduğunu gösteren bir gülümseme vardı. " Merhaba Yibo. Bugün yuvadan uçup gidiyorsun!"
"Nereye?" diye sordu kuşkuyla.
Nathaniel Chen güldü. "Xiao Zhan senin için şirketi verdi! Gece olunca takasa gideceğiz. Ben de hazır mısın diye bir bakayım dedim."
Wang Yibo sertçe gözlerini kapatıp alt dudağını ısırdı. Hayır Zhanzhan, hayır... Bana güven demiştim sana! "Zhan hiçbir şeyi vermeyecek. Ben izin vermem, görürsün. Oraya gittiğinde beynini akıtacaklar, acı içinde gebereceksin."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Alcyone [Yizhan]
FanfictionSen gülümseyince, kör gözlerimin ardından bile görürdüm ışığını ben!