Yıkılmaması için onu koruyan tek bir kalesi vardı. Sırtını ona yaslayıp bütün dünyaya karşı koymasını sağlayan tek bir duvar. Çetin bir savaştan yara alarak döndüğünde, onu saklayacak tek bir yuva. Şimdi kale yıkılmış, duvar çökmüş, ev yok olmuştu. Bir tane, biricik Wang Yibo. O şimdi yoktu. Hiçliğe karışmış gibiydi sesi, evdeki varlığı, yatağındaki kokusu, parlak gülümsemesi. Teninde onun yumuşak dokunuşlarının izi saklıydı hala, ama bu dokunuşların sahibi neredeydi? Nasıl kaybolmuştu bir günde, nereye gitmişti, neden gitmeyi seçmişti? Neden acımasızca geride bıraktığı o notta hiç bilgi vermemişti?
Wang Yibo neredeydi? Neredeydi? Her yere bakıyordu, her yeri araştırıyordu ama izi silinmiş gibiydi. Sanki o bir hayalden ibaretti ve Xiao Zhan artık rüyasından uyanmıştı. Başını elleri arasına alıp boğulurcasına bir inilti koyverdi dudaklarından. Sen yoksun Yibo ve ben artık yıkılıyorum!
"Efendim, kamera kayıtlarına baktık... Hiçbir şey bulamadık." Yin Huan çekingen bir ifadeyle, neredeyse varla yok arası söylemişti bunu. Kendini artık chalyang şirketinin bir asistanı gibi değil, Xiao Zhan'ın kişisel yardımcısı gibi hissediyordu. Dün öğle sularında Wang Yibo'nun kaybolduğu o andan beri şirket de, chalyanglar da unutulup gitmişti. Xiao Zhan delice her yerde onu arıyor, bilekliğini sürekli kontrol edip bir arama ya da mesaj bekliyordu.
"Bulamadıysanız bulana kadar devam edin o zaman!" O kaybolduğundan beri daha hiç uyumadığını haykıran gözleri genç kızın gözlerinde alev alev yandı. Yin Huan kolları arasında tuttuğu not defterini indirerek isyan edercesine omuzlarını düşürdü, sesi çaresiz bir tını taşıyordu.
"Ama efendim, her yerde aynı şeyi görüyoruz. Wang Yibo eski mal aktarım deposunda Nathaniel Chen ile görüşüyor, sonra onu bayıltıp götürüyorlar... Sonra sanki buhar olup gidiyorlarmış gibi, hiçbir yerde yoklar! Her bir kamera bloke edilmiş, aracın plakası da yok, kimse de görmemiş onları. Bu konuda bizim yapabileceğimiz hiçbir şey yok, acaba polise-"
"Polise gidersek Nathaniel Chen bizi ifşa edecek! Bu işte yasalara güvenemeyiz Yin Huan, bana sürekli polislerden bahsedip durma artık! Git, birilerine sordur, yakınlardan geçen diğer arabalara, Çin'deki bütün kamera kayıtlarına baksınlar! Yibo'yu canım pahasına bulacağım ben!" Xiao Zhan oturduğu sandalyeden hışımla doğrularak cebinde duran kağıdı tekrar açtı, onun bozuk el yazısını yeniden okudu. Ona güveniyordu, ama onun nerede olduğunu bilmeden nasıl destek olabilirdi? Yibo ne demeye çalışıyordu? Neden, neden? Onu böyle geride bırakıp kendini Nathaniel Chen'in eline teslim etmekle neyi amaçlıyordu?
Ofisinin duvar boyutlu camlarından şehir manzarasına bakarken sanki gördüğü bütün binalar onun üstüne üstüne geliyormuş gibi hissediyordu. Tek varlığı ondan koparılmışken başka nasıl hissedebilirdi ki zaten?
"Efendim, Nathaniel Chen'in bir gündür şirketine gelmediği bilgisini aldık, yani o da Bay Yibo ile birlikte kalıyor olabilir." Bu seferki cümlenin sahibi Feng Chao idi, onlara sırtını dönen patronuna bakıyordu. Yin Huan çoktan Xiao Zhan'ın sıraladığı emirleri uygulamak için odadan çıkmıştı bile.
"Elbette kalacak!" Xiao Zhan arkasını dönerek asistanıyla yüz yüze geldi. Bir eli, kalbi dağlanıyormuş gibi göğsüne yerleşmişti ve bedeni bir harabe gibi masanın üstüne doğru eğilmişti. "Ya ona zarar veriyorsa? Ya onu dünden beri aç bıraktıysa? Neredeyse akşam oldu, Yibo geceyi nasıl geçirdi? O şerefsiz eşime şu anda ne yapıyor?! Hiç bunları düşündünüz mü siz?!"
"Evet, efendim, ama..."
Xiao Zhan şimdi onu duymuyor gibi görünüyordu... Eğilip kollarını masaya yasladı ve yüzünü de oraya gömdü. Sesi yaralı bir hayvan gibi yükseliyor, titriyordu. "Neredesin Yibo, neden gittin? Benden bir destek bekliyor, bir şey yapmamı bekliyor. Ne yapabilirim ki hiçbir şeyi bilmeden?!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Alcyone [Yizhan]
FanfictionSen gülümseyince, kör gözlerimin ardından bile görürdüm ışığını ben!