Nathaniel Chen... Her şeyin başlangıcına sebep olan ve her şeyin bitişine sebep olacak olan adam.
Xiao Zhan kolları arasında huzurla uyuyan eşini izlerken hala düşünüyordu. Wang Yibo'nun cinayetten nasıl haberi olduğu umurunda değildi, birisi arayıp bunu söylemiş olmalıydı. Onun merak ettiği şey, eşinin ne düşündüğü ve ilk tepkisinin ne olduğuydu. Haberi aldıktan sonra sabrı taşmış olmalıydı ki onunla konuşmaya karar vermişti, bu çok belliydi. Aslında Xiao Zhan bir yandan da eşinin iyi yaptığını düşünüyordu, artık bir şey olduğunda ilk ona anlatacaktı. Her şeyi kendi içinde tutmanın onu bir yere götürmediğini çoktan anlamıştı çünkü.
Dün akşam Wang Yibo'nun kollarında uzun uzun ağlamış, saatlerce kendine gelememişti; yıllardır içinde tuttuğu bütün hüznün ve öfkenin dışavurumuydu bu. Yine de sonunda Yibo'ya, her şeye rağmen onu sevdiği için teşekkür edip doğrulduğunda kendini rahatlamış hissetmişti. İkisinin de iştahları yoktu, akşam yemeğini birkaç basit yiyecekle geçiştirip sohbet ederek uyumak üzere yatağa kıvrıldılar.
Ekim güneşi gri gökyüzünde boy gösteriyordu ama etrafındaki bulutlar onu birazdan kovalayacaklardı. Gece boyu yağan yağmur gündüz de dineceğe benzemiyordu, yine de ev sıcak olduğundan bunu dert etmedi.
Parmaklarıyla eşinin saçlarını okşadı. Yüzü uyurken huzurlu görünüyordu, saatlerce onu izlese, hiç bıkmazdı bakmaktan. Yüz hatları sert bir mizacın habercisi olsalar bile Wang Yibo istediğinde her duyguyu orada barındırabiliyordu. Görmekten en çok zevk aldığı duygu da, tahmin edeceğiniz gibi, mutluluktu. Onun gülüşünü izlemeyi ve dinlemeyi seviyordu. Gri gözlerinin içi, o farkında olmasa bile canlılıkla parlıyordu o gülümsediğinde.
Bakışları dudaklarına kaydığında onu ilk öptüğü anı düşündü. Gençlerdi, birbirlerine olan aşklarını yeni fark ettiklerindeki o heyecanı taşıyorlardı. Xiao Zhan ona dokunmaya kıyamamış, usulca ağlamıştı, Wang Yibo ise onun bu haline gülerek sımsıkı boynuna dolamıştı kollarını.
Sen, dokunmaya kıyamadığım biricik eşim, senin canını çok yaktılar.
Yüzü acıyla buruştuğu ve onun yanağını okşadığı sırada Wang Yibo derin bir nefes vererek gözlerini aradı. Uyandığını belli eder gibi kıpırdanırken bir eli yavaşça ona doğru uzandı, parmakları yüzünü buldu. Her zamanki gibi, güneş gibi gülümsedi.
" Günaydın Zhanzhan."" Günaydın Yibo'm."
Her uyandığında nasıl böyle keyifli olabildiği hakkında en ufak bir fikri yoktu. Wang Yibo'nun parmak uçları yüzünün inişlerinde ve yokuşlarında dolanırken sakince ona izin verdi, bir yandan da onu izliyordu.
" Kahvaltı hazırlayayım."" Sen git, ben geliyorum."
Xiao Zhan hiç beklemeden doğrulup mutfağa doğru yürürken Wang Yibo değneğini kavramış, gardıroba doğru yürümüştü, mutfağa gitmeden önce kazağını değiştirmeyi düşünüyordu. Ufak bir 'dokunarak tanıma' turundan sonra dokusu en yumuşak gelen bir kazağı kavradı. Başını eğdiği gardıroptan kaldırırken rafa çarptığında küfrederek düşmemek için yatağın başlığına tutundu. Sürekli başını bir yerlere çarptığı için artık alışmış olabilirdi ama bu her seferinde canının yandığı gerçeğini değiştirmiyordu.
Xiao Zhan küp küp doğradığı patatesleri yeni eklemiş olduğu omletini dalgınca karıştırırken, Yibo'nun değneğinin tanıdık takırtılarını duyduğunda yüzünü o tarafa çevirdi. Gördüğü manzara kaşlarını şaşkınlıkla havaya kaldırmasına neden olmuştu, hemen onun yanına yürürken gülümsemişti.
" Yibo, benim kazağımı giymişsin."Genç adamın dudakları şaşkınlıkla aralanırken kazağın içinde görünmeyen ellerini havada salladı.
" Ben de bu şey neden bu kadar uzun diyordum!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Alcyone [Yizhan]
FanfictionSen gülümseyince, kör gözlerimin ardından bile görürdüm ışığını ben!