"Dağların zirvesinde ve uzak nehirlerde,
Guqin'in sesi hala duyulabiliyor
Hikaye henüz bitmedi,
bağımız ve birlikte geçirdiğimiz zaman saf kalacak
Hayatın ve ölümün bir avuç mutluluğuyla hüznünü hazırlıyoruz,
ölen bir gencin yasını tutmak için
Ay hala parlaksa, hüzne ne gerek var
Neden dizginlenemeyen bir kalple, zorluklara göğüs germiyoruz öyleyse?
Nerede olursak olalım, paylaştığımız bu melodi ile..."
Ve böylece, paylaştıkları melodi seslerinde eriyip tek bir ruha dönüşürken; Xiao Zhan derinden gelen bir gülümsemeyle eşine doğru baktı. Bu anı, gözlerini Yibo'nun neşeyle parıldayan gözleriyle buluşturup güldükleri bu anı o kadar uzun bir zamandır beklemişti ki; artık karşısında duran genç adam ona bir rüya gibi geliyordu. Sanki gerçek olamayacak kadar güzel, ama aynı zamanda da bu kirlenmiş dünyanın en gerçek detayıymış gibiydi...
Derin bir soluk aldı, eşinin neşesini izledi, eli yavaşça onunkine uzanırken şarkının sözlerinin yazdığı kağıdı bir kenara koydu. Yibo, kollarını onun omuzlarına yaslayıp kıkırdarken Xiao Zhan uzanıp o gülümsemeyi öpücüğüyle kutsadı. "Bu seferki, hepsinden daha iyiydi."
"Flüt ekleyince çok daha güzel olacak, eminim!" Uzun zamandır bu şarkıyla uğraşmakla meşgul olmuşlardı ve geçen bu birkaç günde Yibo'nun yaraları neredeyse yok olmuş, beslenme düzeni yerine gelmişti. Şimdi yine eskisi gibi canlı ve umut doluydu, artık onları tarumar eden bu savaş sona ermişti... Önlerinde kimse duramaz gibi hissediyordu, yeniden özgürdü o.
"Ah, Yibo..." Xiao Zhan, bir elini onun beline indirip bedenlerini birbirine yasladı. Ondan yükselen heyecanlı duyguların hepsini kendisi de hissediyor, önlerinde uzanan bu upuzun, yeni hayatla ne yapacağını bilemiyordu. Eşinin yüzüne hasretle baktı, gözleri istemsizce dudağındaki o küçük kızarıklığa, çenesindeki ve boynundaki morluklara gidiyordu. Artık çürük halini almışlardı fakat kayboluyorlardı da. İç çekerek dudaklarını çenesine bastırdığında Yibo'nun titrediğini hissetti, bu onu gülümsetmişti.
"Zhanzhan, seninle bütün filmleri izlemek, bütün kitapları okumak istiyorum. Seninle sevişmek istiyorum... Nasıl baştan çıktığını görmek istiyorum. Yapılacak o kadar çok şey var ki! Hepsini kalan hayatıma sığdırabilir miyim acaba?"
Xiao Zhan şefkatle gülerek eşinin belini okşadı. "Bundan sonra sadece birbirimiz için yaşayacağız, düşmanlarımız için değil. Yibo, eğer isteklerin bunlarsa, bunların bin mislini yapmanı sağlarım."
Genç adam heyecanlıydı, usulca kendini onun boynuna gömerek hissetti varlığını. Kokusunu öptü, göğüs kafesini döven kalbi eşinin tenine şarkılar mırıldanmaya başladı. Artık tamamen yıkılmaz bir duvar gibi hissediyordu kendini; o vardı çünkü, üstelik canına kast edecek kimse de kalmamıştı. "Seni çok seviyorum... çok, çok seviyorum."
"Kelimelerimle mi cevap vereyim buna, dokunuşlarımla mı?" Xiao Zhan onu sımsıkı sardı, dudaklarından öpmek istese de Yibo'nun yüzünü boynundan çekmemişti. Belini okşamakta olan parmaklarını yukarıya yükselterek sırtına dokundu. "Ah, yıllarca böyle kalsam bile doyamam sana."
"Bir adım uzağa gitsem kollarım bana küsüyor Zhanzhan. Neden ayrıyız ondan diyorlar, tamamlanmak istiyorlar seninle."
Xiao Zhan eşinin saçlarının arasında soluklandı. "Öyle güzel konuşuyorsun ki dudaklarından öpmek istiyorum."
Yibo da aynı şeyleri istiyordu... Yüzünü bu hasretle onun boynundan çekecek gibi olduğunda sırtında sıkılaşan kollar buna izin vermediler. Xiao Zhan derin bir soluk aldı, sanki eşinin gözlerine bakınca söyleyemeyecekti bunu; göğsü daraldı hemen. "Öpme beni. Eğer öpmek istersen durmam, parçalarım o güzel dudaklarını."
Kolları arasında duran genç adam aniden ona ters düşen bir kuvvet uyguladı oradan çıkmak için. Aniden, öyle büyük bir hızla öptü ki onu, nefes bile almadan; ensesini sertçe kavrayarak. Xiao Zhan inleyip ona ayak uydurmaya çalışırken elleri yanaklarına yükselmişti. Dişleri alt dudağını sertçe ısırdığında küçük olan kolları arasında inledi.
"Kanımı akıt Zhanzhan, inan bana açtığın yaralar kapanmak bile istemez." Yibo'nun baştan çıkmış hali daha fazlasını istiyordu belli ki. Gözleri usulca kısılmıştı, yeşil gözü arzunun ışıltılarıyla parıldıyordu. Sonunda Xiao Zhan dilinde metalik bir tat hissetti, irkilerek kendini geri çekmeye çalıştı. O sırada ensesini kavramış olan Yibo çekilmesine izin vermedi, hınzırca gülümsedi. "Kanım kanına karışmak istiyor."
"Ruhun varken onu ne yapayım?" Xiao Zhan nefesini usulca eşinin yaralı dudağına üfleyip onu rahatlatmayı umdu. Daha ileriye gitmek istemiyordu, bunun için birkaç sebebi vardı aslında. Birincisi, Yibo'ya zarar vermek istemiyordu. İkincisi ise, saat ilerliyordu ve o artık dışarıya çıkmalıydı. Liena Wen ile bir konuşma yapmaları gerekiyordu. Göz ucuyla duvardaki saate baktığı sırada Yibo onun bu bakışını fark ederek yanaklarını şişirdi.
"Gidecek misin?"
Zhan eşi onu göremediği zaman yalan söylemenin ne kadar kolay olduğunu anlamıştı şimdi. "Gitmem lazım canım. Bu siparişi yetiştirmeliyim, biliyorsun."
"Bazen babana şirketi sana bıraktığı için o kadar kızıyorum ki. Tek çocuk olabilirsin, evet ama... Bizim hayallerimiz vardı ve o hayaller iş adamı olmaktan ibaret değildi!"
"Kızdığını biliyorum." Yibo'nun alt dudağını usulca okşarken bakışlarını oradan çekip gözlerine yükseltti. "Ama zamanı geri alamayız, değil mi?"
Genç adam iç çekerek ensesindeki parmaklarını biraz da olsa gevşetti, uzanıp yaralanmış dudağını onun burnuna dokundurdu. "Evet, evet. Ne yapalım... hadi, git artık. Çabuk dönmeye çalış. Akşama güzel yemekler yapacağım."
Yibo'nun 'bütün yemekleri ben pişireceğim' hevesinin hala geçmemiş olduğunu anlayan Xiao Zhan kıkırdadı. Ne zaman ona yardım etmek istese anında tersleniyor, mutfaktan kovalanıyordu. Eşinin isteğini anlıyordu gerçi, dört yıldır gözleri yemek görebilmiş değildi ve şimdi göremediği bütün yiyecekleri kendisi yapmak hevesindeydi. "Tamam, bekletmem seni."
Yibo memnun olmuş gibi göründü. Ensesindeki elini çekip bir adım geriye giderken dudaklarında bir tebessüm vardı. "Öyleyse seni geçireyim."
🕊️
Beyaz renkli eşyaların arasına karışmış ufak gri detayların gözü rahatsız ettiği odada oturmakta olan genç adam bir elini düşünceli bir ifadeyle alnına götürdü, bakışlarını masanın üzerinde duran karmaşık tablolardan çekip yavaşça o tanıdık yüze doğru yükseltti. En az onun kadar gergin ve temkinli olan diğeri, alt dudağını ısırmış bir şekilde parmaklarıyla oynuyordu.
"Yani her şey tamam, değil mi?" Xiao Zhan hafifçe kaşlarını çatarak masaya yayılmış tablolardan hiçbir şey anlamadığını belirtircesine bu soruyu sorma gereği duymuştu, doktorun baktığı grafiklere bakıyor, inceliyor ama bir sonuca varamıyordu çünkü.
"Evet, öyle..." Adam çekmecesini açıp bir dosya çıkardığında bile bir doktordan beklenmeyecek şekilde temkinliydi. "...Yibo'nun diğer gözü nakil için hazır. Nakledilecek olan gözü kabul edebileceğini düşünüyorum, sinirlerin birbirine uymaması için bir sebep yok. Bay Wang da ameliyat için oldukça istekli görünüyor, eğer hemen imza atarsanız yarın operasyonu yapabiliriz. İşte, belgeler."
Zhan dosyayı eline alıp adamın gösterdiği belgelerin altındaki izlenimleri tek tek okurken nefeslerinin sıkıştığını hissetti, bacağı boşlukta öfkeli bir ritimle sallanmaya başlamıştı. Yutkunarak titreyen parmaklarını kontrol altına almaya çalıştı fakat bu mümkünmüş gibi görünmüyordu.
"Bay Zhan, emin misiniz? Bunun bir geri dönüşü olmayacak." Doktor elinde tuttuğu kalemi ona vermekte çekingen görünüyordu, genç adam keskin bakışlarını ona yönelttiğinde ve kaleme uzandığında hareket edememişti bile.
"Geri dönmek istemiyorum." Xiao Zhan önünde duran belgeleri fevri bir hareketle imzaladı. "Geçmiş günlerimi getirebilecek gücüm de yok zaten... Bari geleceğimize ışık tutayım."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Alcyone [Yizhan]
FanfictionSen gülümseyince, kör gözlerimin ardından bile görürdüm ışığını ben!