bölüm otuz, hayallerimiz için hala geç değil

445 61 47
                                    

Hemen altlarında uzanan şehir manzarası parlak, düzensiz ışıklarla kaplıydı. Alçak binalar gökdelenler tarafından bastırılıyor, heybetli gövdelerini gökyüzüne  gösteriyorlardı. Çıplak gökyüzünde ise tek bir ışık dahi yoktu, şehrin yapay ışıklarını yansıtıyordu yalnızca. Ay bile belli olmuyordu bu görüntü kirliliğinde.

Wang Yibo için bu kimsenin önemsemeyeceği detaylar hayatının büyük bir kısmını kaplamış durumdaydı. Binaların içinde öylesine, umursamazca yakılan her bir ışığı görebildiği için defalarca şükrediyordu Tanrı'ya. En ufak şeyleri, en güzel ve çirkin şeyleri, irili ufaklı şeyleri... En çok da eşini, biricik yoldaşını görebildiği için şükrediyordu o.

Bulutların arasındaki yolculuğuna son veren chalyang çatıdaki bir platforma indiğinde, Xiao Zhan bir alışkanlık haliyle uzanıp Yibo'nun elini kavradı ve kapıya doğru yürüdü. Genç adam ona gülümseyerek baktı, dört yıldır yaptığı şeyi yeniden yapmasına izin verdi; koluna girerek apartmanın girişine doğru yürüdüler. 

Xiao Zhan yorgundu, günlerdir gözüne hiç uyku girmemişti, çok az bir şeyler yediğini hatırlıyordu. Yine de umursamıyordu çünkü eşi ondan daha çok acı çekmişti, yine. Her zaman olduğu gibi Yibo onu kurtarıyordu, onu her şeyden ve herkesten koruyordu. Onun bu yaptıklarına teşekkürünü hemen sunmak istiyordu, bu yüzden asansöre bindiklerinde sabırsızdı. Hemen onu kolları arasına alıp, hiç bırakmadan, eskiden yaptığı gibi şarkılar söylemek istiyordu kulağına. Alt dudağını ısırıp göz ucuyla yanında duran, ona yaslanan bedene baktı.

Wang Yibo o sırada aynada kendi yansımasını seyretmekle meşguldü. Günlerdir aynaya bakmamıştı ve şimdi yüzündeki hasarı görmek onu afallatmıştı. Yeşil, ona Qian çiftinden bir emanet olan sol gözüyle önce yanağındaki kızarıklığa, sonra dudağındaki patlağa baktı. Yavaşça aşağıya inerek çenesindeki çürüğe, boynundaki morluklara göz gezdirdi. Neyse, diye düşündü. En azından öldürdüm onu.

"Şimdi anladın mı neden endişelendiğimi? Bu yaralar öylece tenine kazınmadı Yibo, acı çektirdi o herif sana." Xiao Zhan huzursuzca kaşlarını çatarken asansörün kapıları açıldı ve birlikte usulca dairelerinin önünde durdular. Genç adam bileğini girişe okuturken eşi de omuz silkmişti.

"Ben de ona acı çektirdim." 

İçeri girdiler. Kapı arkalarından kapandığında, Xiao Zhan önce takım elbisesinin ceketini çıkarıp bir kenara fırlattı; ardından hemen eşine doğru dönerek ona yaklaştı. Avuç içini yanağına dokundurup, uzanarak dudaklarını alnına bastırdı onun. "Aç mısın canım? Doktor serum verdiği için iştahın olmayacağını söylemişti ama..."

Wang Yibo kendini onun kollarına teslim ederken iç çekmişti. "Hayır, değilim. Yorgunum sadece." 

"Gel, yıkanalım. Sonra yaralarına kremini süreriz... Sonra da gün boyu uyuruz." Xiao Zhan'ın isteği, eşi tarafından hemen kabul edildiğinde birlikte banyoya doğru yürüdüler, küveti hazırlayıp kıyafetlerini çıkarırlarken hiç konuşmadılar. Wang Yibo en son ne zaman yıkandığını hatırlamıyordu, bu yüzden iyice temizlenmek ve Nathaniel Chen'in dokunuşlarından arınmak istiyordu. 

Xiao Zhan, en az onun kadar zayıf olan eşinin bedeninin suya girişini izlerken iç çekti. Bir an önce ikisinin de düzgün beslenmeyi öğrenmesi gerekiyordu, Yibo'nun beli iyice incelmişti. Ilık suyun içinde, onun tenini açlıktan uzak bir sakinlikle izledi. Bütün izleri ezberledi, kemiklerine baktı; ruhunun diğer yarısını bütün benliğiyle yeniden kabul etti. Bakışlarında gizli bir hüzün saklıydı, hala kendini suçluyordu birçok konuda.

"Neden üç ay ömrüm kalmış gibi bakıyorsun bana, Zhanzhan?" Wang Yibo şaşırmış bir ifadeyle onu azarlarken banyo lifini köpürtmekle meşguldü. Bedeni suyun içinde öne doğru kavislenerek onunkine yaklaştı, lifi usulca eşinin omuzlarına sürttü. "İyiyim ben."

Alcyone [Yizhan]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin