" Her şey hazır, değil mi?" Ofis odasında bir telaş, bir koşuşturmaca vardı. Her ne kadar burası Xiao Zhan'ın odasına çok benzese de aslında değildi, burası genelde çok nadir kullanılan ama her an kullanılmaya hazır tutulan 'strateji odasıydı.' Her taraf en gelişmiş bilgisayarlarla ve en işinin piri çalışanlarla doluydu, bu karmaşanın başında Xiao Zhan sabırsızca bekliyordu.
Nathaniel Chen onu arayarak kışkırtıp bir adım attıktan sonra o da minicik bir adım atmaya karar vermişti. Bu kararı aldığında saat sabah ondu ve şimdi saat öğleden sonra üçe gelmişti bile. O adam yanlış kişiye çatıyordu, ya da çattığı kişiyi fazla küçük görüyordu. Biricik kriloları şirketine çok yakın noktalardan süzülürken nasıl kendini tamamen güvende sanabiliyordu ki?
" Hazır, onları yakından izliyoruz." Feng Chao odada konumlanmış, en ufak bir emri veya haberi bekleyen çalışanlara bir göz attı.
Xiao Zhan yüzünü camdan tarafa çevirerek kararmış gökyüzüne baktı, bulutlar kavga etmek için toplanmışlardı ve uzun bir süre de gideceğe benzemiyorlardı. " Başlamak için fırtınanın şiddetlenmesini bekleyelim."
" Anlaşıldı efendim." Genç adam geri çekilirken patronu bütün dikkatini camlara verdi, bütün çalışanların dikkati de onda dolanıyordu. İç çekerek bulutların her bir hamlesini aklına kazıdı, düşen her bir damlayı ezberledi. Bir yandan da evde bıraktığı Yibo'su için endişeleniyordu. Nathaniel Chen ne şirketini elinden alabilirdi, ne de ona dokunabilirdi, onu korumak için ateşin önüne atardı kendini.
Göz ucuyla arkasından uzanan odaya baktı. Belki de çoktan bunu yapmıştı bile.
Bir şimşek çaktığında havada duran parmakları gerildi ama buna rağmen bir işaret vermedi. Kalbinde de aynı gökyüzündeki gibi bir fırtına vardı, yağmur yağıyor, acılarını ektiği toprağı besliyordu. Ama Xiao Zhan biliyordu ki, Wang Yibo orada olduğu sürece kalbindeki açgözlü dikenleri kökünden sökecek, yerine güzel çiçekler ve güller dikecekti. Bu yüzden Xiao Zhan fırtınalardan hiç korkmazdı ya, hep bulutları izler, yağmurun ardından çıkacak gökkuşağını beklerdi.
O gökkuşağı daha hiç belirmemişti.
Xiao Zhan gümbürdeyen havayla birlikte tamamen gerildi. Aniden bir şimşek çaktığında, ışıkları göğü aydınlatır aydınlatmaz, havada duran parmakları aşağıya indi; şimdi, diye bağırdı. Şehrin büyük bir kısmı elektriklerini kaybetmeden hemen önce havada hantalca uçan krilolara bir sinyal gönderildi.
Bir saniye kadar sonra, fırtınanın göbeğinde duran üç krilo güçlerini kaybetmiş, yere çakılmak üzere düşmeye başlamıştı.
Xiao Zhan'ın göğsü zaferle kabarırken bedenini camdan çevirdi. Az önce en ufak bir hareketine kulak kesilen çalışanlar şimdi bilgisayarlarına gömülmüş, patronlarının onlara anlattığı planı uyguluyorlardı. Aslında plan çok basitti; kriloları aynı anda düşürecek, düşmelerinin sebebini şiddetli fırtınaya bağlayacaktı. Asıl kısım ondan sonra başlıyordu: bütün haber bültenleri kriloların aslında fırtınaya ne kadar dayanıksız olduklarını konuşacak ve kamu güvenliğinden endişe edeceklerdi, böylece kimse onları almaya yanaşmayacaktı. İşte bu, Nathaniel Chen'in gelirini kısa bir sürede durdurup altüst etmenin en basit yoluydu.
Bütün Çin o anda şehre üç hava aracının düştüğü hakkında son dakika haberleriyle sarsılırken Xiao Zhan sessizce odadan çıktı. Asansörü kullanmadı, merdivenleri yavaşça tırmandı, çatıya çıkan kapıyı araladığında soğuk esinti bedenini yıkmak ister gibi sertçe çarptı ona. Gözlerini kısarak çatıda ilerleyip platformların yanından geçti. Hemen sağındaki platformda patlayan cesedi hala görür gibiydi, sanki her bir adımında başka bir vücut parçasına basıyordu.
Çatının ucuna gelene kadar yağmur bedenini sırılsıklam etmişti bile. Gözlerini şehirde dolaştırdığında karmaşık iplikli yolların arasında yıkık binaları gördü. Birinci krilo'nun düştüğü yer tam orasıydı, ikinci ise kilometrelerce uzağındaydı. Düştüğü yerde alev almış olmalıydı ki yağmura rağmen dumanları havaya yükseliyordu. Elbette kriloların nereye düşeceğini bile hesaplamışlardı, araçların hepsi kargo araçlarıydı ve düştükleri yerde ölümlere değil, yalnızca yaralanmalara sebep olacaklardı.
Sessizce fırtınanın dinmesini bekledi, dinmedi. Yüzünü yukarıya doğru kaldırırken hayatını düşünüyordu. Soğuk damlalar tenini ürperterek boynundan içeriye doğru süzüldüler. Bu kaosa nasıl dahil olmuştu böyle? Nasıl karışmıştı bu acı, korku ve nefret zincirine?
Hayat seçimlerden ibaretti ve yalnızca bundan oluşuyordu. Eğer babasının ona devrettiği şirketi reddetseydi güce kavuşamazdı. Ama eğer reddetseydi, hala çiftlik evinde, çiçeklerin arasında Wang Yibo ile koşuşturan Xiao Zhan olurdu. Yine de kabul etmişti, şimdi ise Wang Yibo ile evlilik yüzüğünü taktığı elleri kanla lekelenmiş, acımasız, kötü şöhretli birine dönüşmüştü. Bir de, üç tane krilo'yu düşürüp birine iftira attım, diye ekledi listesine. Acaba daha ne kadar kirlenecekti elleri?
Yine de sevdiklerini korumak için elinden geleni yapardı. Fakat bazen düşünüyor, kendini suçluyordu... Eğer o masadan kalksaydı, asılsız gelen bir paketi açmamaları gerektiğini düşünüp onu çöpe atsaydı, bunların hiçbiri yaşanmıyor olacaktı. Belki düşmanları bu sefer farklı bir suikast planıyla çıkacaktı karşılarına, ama en azından ölen yalnızca o olurdu, Wang Yibo değil.
Aniden bilekliği titreyerek onu daldığı yerden çıkardığında vücudunda ıslanmayan tek bir nokta bile kalmamıştı. Arayanın kim olduğunu gördüğünde gözleri irileşti. Hiç beklemeden aramaya cevap verdi ve bilekliği yüz hizasında tuttu, görüntülü bir aramaydı bu.
" Zhanzhan?" Wang Yibo onu göremese bile en azından Xiao Zhan'ın onu görmesini istemiş olmalıydı. Gri gözleri bilekliğin ekranına değil, biraz daha yukarıya bakıyordu ama sorun etmedi. Yüzünde endişeli bir ifade vardı, sanki çok uzak bir yerden koşarak gelmiş gibiydi. " Haberleri gördün mü? Üç tane krilo düşmüş diyorlar! Neyse ki ölen kimse yokmuş."
" Yibo," Xiao Zhan eşi şimdi yanında olsa onu hemen öperdi. Hüzünle gülümseyerek başını yana doğru eğdi.
" Onları ben düşürttüm."Gök acımasızca gürlediği sırada derin bir sessizlik oldu. Wang Yibo'nun şaşırdığı ekranın öbür ucundan bile görülebiliyordu. Yine de ona neden yaptığını sormadı, suçlamadı, kızmadı. Biliyordu ki eşi ne yapıyorsa onları korumak için yapıyordu.
" Peki... Nasıl hissediyorsun?"Xiao Zhan duyduğu soruyla birlikte kalbinin durduğunu hissetti. O böyle düşünceli olduğu zamanlar ona daha bir başka aşık oluyordu. " Ben..." Nasıl tarif edeceğini bilemediği için öylece durdu ve gri bulutları izledi. "...fırtınanın dinmesini bekliyorum."
Wang Yibo bunun ne anlama geldiğini biliyordu. Bazen Xiao Zhan hislerini söyleyebilmek için cansız şeyleri kullanırdı ve eşi onu çok iyi anlıyordu. Gözlerini kapatıp mırıldandı. " Güneş açana ve gökkuşağı belirene kadar ıslanmaya devam edeceksin."
" Işığı görene kadar burada olacağım, Yibo."
Her şey bitene kadar, son diken topraktan sökülene, son bulut gökyüzünü terk edene kadar...
" Işığı görene kadar burada olacağız."
🕊️🌼🕊️
özürdilerimözürdilerimözürdilerim
uzun süre bölüm atmadıktan sonra size böyle kötü bir bölümle geldiğim için özür dilerim... suzukiero beni tam şu an sıkıştırmasa daha atmayacaktım bile.
neyse... en azından bir sonraki bölümler bunu telafi eder diyebilirim. aceleyle düzenlediğim için aklıma pek söylenecek bir şey de gelmiyor... hemencecik gideyim öyleyse 🌼🍃
sizi seviyorum, kendinize çok iyi bakıın 💖
diğer bölümde görüşmek üzere 🖤
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Alcyone [Yizhan]
FanfictionSen gülümseyince, kör gözlerimin ardından bile görürdüm ışığını ben!