Dört bir yanında açan çiçekler sonsuz ve huzurlu bir yaşamın habercisi gibiydi... Renkli dalgalarla tepelerden iniyorlar ve manzarayı süslüyorlardı. Masmavi gökyüzünde süzülen özgür kuşlar başının üstünden geçerlerken gülümseyerek onlara baktı. Kalbi huzurla dolduğu sırada duyduğu adım sesleriyle arkasını döndü, şimdi yüzü beyaz çitlerle çevrili, görkemle parlayan çiftlik evine dönüktü.
"Zhanzhan!" Çiçekleri ezmemeye çalışarak ona yaklaşan genç adama doğru seslendiğinde çocuk yüzünü ona doğru kaldırıp gülümsedi. Kırmızı bir gülün üstünden atlayıp son anda düşmemek için Yibo'nun omuzlarını kavrayarak dengesini sağladı. Bu sırada dolu olan ellerindeki iki cam bardak sertçe birbirlerine çarpmıştı.
"Geldim!"
"Neden bu kadar geciktin?" Wang Yibo, Xiao Zhan'ın diğer elinde tuttuğu şişenin kapağını dişleriyle açmasını izlerken bardakları eline aldı. Sıcak bir bahar gününe en iyi gelecek olan şey, içi buzlarla dolu olan taze bir limonataydı elbette. Mis kokulu içeceğin bardağa doluşunu izlerken yakınlardan kuş sesleri yükselerek kulaklarını doldurdu.
"Hızlı olayım derken bardaklardan birini kırdım... Cam kırıklarını toplarken zaman kaybetmişim." Xiao Zhan limonatayı ona uzatıp bir yudum almasını hevesle izledi. Wang Yibo gülümseyerek limonatasına onay verdiğinde neşeyle yerinde sallanarak sırıttı, daha önceki denemelerinden daha iyi yapabildiği için sevinmişti. Bir önceki denemesinde şekerini fazla kaçırdığı için içememişlerdi... Şimdi ayarını tutturabildiği için kendiyle gurur duydu.
"Chalyangların patentini ne zaman alacaksın?" Wang Yibo sorusunu sorarken gözlerini manzaradan ayırmadan içeceğinden bir yudum aldı. Etraf kuşların şakımalarıyla, böceklerin sesleriyle ve ağaç dallarının hışırtılarıyla kaplı bir koroyu seslendiriyordu. Görüntülerin bu ahenkli buluşmasını bedeninde bir bahar esintisinin getirdiği rahatlamayla izledi.
"Nelerin?" Xiao Zhan kaşlarını çatarak bu kelime ona oldukça yabancıymış gibi ona baktığında, Yibo bir an yanlış bir şey söylediğini düşündü.
"Ne demek nelerin? Chalyanglar diyorum."
Genç adam işaret parmağını sorgular gibi kendi göğsüne bastırdı. "Ben neden patent alıyormuşum?"
"Zhanzhan, ne oldu sana? Kafanı falan mı çarptın? Patentini sen alacaktın çünkü onları sen ürettin." Tam da o sırada Wang Yibo manzarada ufak bir değişim hissetti... Esinti güçlenmiş, mavi gökyüzü solmaya başlamıştı. Buna kafa yoramayacak kadar şaşkın olduğu için dikkatini yanında duran genç adama verdi.
Xiao Zhan'ın tepkisi ise alaycı bir şekilde kıkırdamak olmuştu.
"Hahahaha... Yibo, ne saçmalıyorsun sen? Chalyanglar keşke benim olsalardı... Ama onlar Nathaniel Chen'e ait.""Ne?!" Genç adamın duydukları onun bütün kanını dondurmuştu, bedeni bir ürperme dalgasıyla titredi. Onu titreten şey giderek şiddetlenen rüzgar mıydı yoksa duyduklarının şok etkisi mi? "Şaka yapma bana! Chalyanglar bizim, Nathaniel Chen krilolara sahip!"
Xiao Zhan yüzünü gri gökyüzüne kaldırarak kıkırdarken üstünde duran beyaz gömleği ve kırmızı ceketinin rengi solmaya başladı. O ise bunun farkında değil gibi görünüyordu. "Ne diyorsun sen Yibo? Nathaniel Chen her şeye sahip..." Derin bir nefes alarak kahkahalarını bastırdığında, yüzünü ona doğru eğdi, dudaklarından aşağıya kırmızı bir şey süzülüyordu ve göz bebekleri ürkütücü bir şekilde parlıyordu. "Ben ise hiçbir şeye."
Aniden bir şimşekle ortalık aydınlandığında Wang Yibo irkilerek geriye doğru bir adım attı. Sanki bütün dünya onları izliyormuş gibi hissederek boğulur gibi oldu... Ama onu izleyen tek kişi Xiao Zhan'dı. Gözlerini dimdik onunkilere dikmişti, dudağından süzülen kırmızı sıvının farkında değildi ya da umursamıyordu, günlük kıyafetlerinin yerini gri bir takım elbise almıştı ve gelişmiş bedeni olduğu yerde salınıyordu. "Ben hiçbir şeye sahip değilim Yibo. Her şeyimi kaybettim ben."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Alcyone [Yizhan]
FanfictionSen gülümseyince, kör gözlerimin ardından bile görürdüm ışığını ben!