-Bak sana söylüyorum Zeynep! Bir tane kıyafetime daha dokunursan en sevdiğin eşarbını ortadan ikiye keserim. Halay mendili yaparım.
Dedim ve sinirle öne düşen saçlarımı geriye attım. Telefondan gelen alaylı ses,
- Yaparsın ama rüyanda!
- Zeynep! Bak babamı arıyorum! Kız! Alo? Alo?! Hoyt!
Telefonu kulağımdan çekip ekrana baktım. Sinir bu kız. Kardeş değil çıkarcı! Sömürge devleti gibi! Bütün değerli eşyalarımı aldı. Ama dur! Dur ben babamı arayıp söyleyeceğim ve sende gününü göreceksin fasulye. Bak arıyorum.Babamın numarasını rehberden açıp çaldırmaya başladım. Bir süre çaldı ama açmadı. Sesten duymamıştır sonuçta gürültülü bir işi var. Gözlerim yavaşça dolarken Zeynep'in, güzelim feracemi giymiş görüntüsü gözlerimin önüne düşüverdi. Dudaklarım büzülürken,
- Az kaldı. Az kaldı seninde hakkından geleceğim! Aha şunun şurasında okulun bitmesine ne kaldı ki?! Dur sen! Çakal. Uyanık.Zeynep'e saydırarak kalkıp hazırlanmaya başladım. Şu son 4 yılda bana yapmadığı kalmamıştı. Odamı işgal etmiş, kıyafetlerimi ele geçirmişti. Odamdan çıkıp salona geçtim. Her kardeş böyle mi ya? Değil bak! Bak şu kızın kardeşi...? Dedim ve durdum. Ev arkadaşım Gülsüm kardeşiyle görüntülü aramayla konuşuyordu konuşmasına ama... Bu kızın üstünde neden kıyafet...? Tövbe. Tövbe! Kardeşin bile olsa o atletle konuşulmaz. İnsan haya eder be! Haya! Benim babam bile evde atletle dolaşmaz. Ay! Telefonun ekranına dikkat ederek,
-Gülsüm ben çıkıyorum. Çöp sırası sendeydi.
Dedim ve sesimi duyan erkek kardeşi Kemal,
- bize selam vermek yok mu Zekiye?
Şu çocuğun rahat tavırları beni öldürüyor! Ablan yaşında insanım be! Ablan! Ona cevap vermeden kapıya yönelip ayakkabılarımı ayağıma geçirdim. Merdivenleri hızla inip servisi beklemeye başladım. Eşarbımı düzeltip feracemin üstündeki hayali tozları temizlerken kütüphane de bana yer kalması için bıraktığım kitabımın yine çalınmamış olmasını diledim. Ne yapayım ya?! Yer kalmıyor. Sonra ayakta kalıyorum, saçmasapan insanlarla aynı yerde oturmak istemiyorum. Ay! Aklıma gelenle hemen telefonu çıkartıp kuşbaşıma mesaj attım.
" Ben çıktım kız."
Anında cevap geldi.
" Yoldayım."
" hala yatakta olduğunu ve bu mesajı bir gözü açık yazdığını biliyorum. Kalk. Bana yardım edeceksin."
Dedim ve gönderdim. Çiğdem'i iyi tanırım. Uykuya düşkün haliyle beni delirtiyor. Kıyamet kopsa '5 dakika daha' deyip yatar. Öyle düşkün uykuya.Servis gelince kızların itip kakmasıyla sonunda binebilmiştim. Hani medeniyet? Hani düzen? Neyse bugünde ayakta gideceğim. Derin bir nefes alıp bir koltuğun köşesine sıkı sıkıya tutundum. Servis şoförü bizi ayran sandı herhalde ki çalkalaya çalkalaya götürüyordu. Ay anam içim dışıma çıkacak. Bakın ortalık fena olur biri şuna bir şey desin. Hayır ben dün kavga ettim de ağzımı açamıyorum. Haklı bir kavgaydı. Servise erkekleri alıp sohbet etmişti ve onun yüzünden tez sunumuna geç kalmıştım. Sinir bir insan! Sonunda üniversiteye gelince kendimi toparlayıp indim. Karşımdaki kütüphane binasına gülümseyip emin adımlarla ilerlemeye başladım. Omuzlar dik, gözleri hep ileri- Anam! Anam köpek! Kaç kaç! Eteklerimin ucuna yapıştığım gibi koştum. Tek amacım kütüphanenin kapısından geçmek ve peşime takılan şu köpekten kurtulmaktı. Az kaldı. Hadi! Az kaldı! Hadi- Allah!
Çarptığım kişiyi omuzlarının ucundan tutup köpeğe doğru atarken,
-Ay çok özür dilerim.
Dedim ve bir iki adım atıp durdum. Ha?! Ben ne yaptım? Arkamı dönüp baktığımda yerden kalkarken bir yandan üstünü temizleyip diğer yandan küfür eden çocuğu duymamla iyi yaptığımı düşünüp yürüdüm. Keşke aslanlara atsaydım! Ne küfür ediyorsun kardeşim. Korkuyoruz işte köpekten. Şu köpekte mimledi beni. Kesin mimledi yoksa neden o kadar insanın içinde benim peşime versin. Merdivenlere ayağımı atıp durdum. Asansör var! Adımımı geri alıp asansörün kapısını açtım. Oh be! Tek başıma güzel bir yolculuk olacak. Valla şom ağızlıyım! Şom! Yan döndüm, gülerek içeri girip bana gülen çocuğa bakmamaya çalışırken,
- Şu asansör zorla akraba yapıyor insanı.
Demesiyle çattığım kaşlarımla ona baktım. Elini ensesine atıp kıvır kıvır saçlarını karıştırırken,
- Öyle değil yani. Hahaha! Valla benimki duysa şu kurduğum cümleyi halat yapar, beni asar.
Demiş ve kendi kendine kurduğu cümleye kendi gülmüştü. Önüme bakmaya devam ettim ve ineceğim kata gelince kapıyı açıp indim. Yerime doğru giderken masanın altından görünen topuklu ayakkabılara bakıp gerildim. Olamaz! Benim yerime! Masanın yanına gidip sessizce,
- Kusura bakmayın. Burası benim yerimde.
Dedim. Sakince. Kız bol makyajlıydı, tepesinde topladığı saçı gel beni yol diyordu. Yapmam. Ben öyle bir insan mıyım? Asla. Hiç! Sonra saçını kulağının arkasına topladı ve,
- Tapulu malın değil ya. Başka yere geç.
Harika. Dikenlerim çıkmaya başladı. Ama yok. Sakinim.
- bakın kitabımı buraya bırakmıştım. Hem başka yerde yok. Lütfen yerimden kalkar mısınız ve kitabım nerede?
Yoksa...? Kitaplarımı araklayan bu kız mıydı? Yok canım. Kütüphanedeyiz. Hem ihtiyacı yok gibi.
Ben ona bakarken umursamazca kitabı çantasının altından çıkartıp bana uzattı,
- al ve uza.
Dedi. Tam ağzımı açacakken asansördeki çocuk gelip,
- Nerdesin be yavrum, demiş yapış yapış öpmüştü ki daha fazla dayanamadım ve kitabı alıp arkamı döndüm. Arkamı dönmemle yine biriyle çarpışmıştım ki,
- Kusura bakma benim hatam.
- Tabii senin hatan! Tipe bak! Uzaylı mıdır nedir?!Abo! Bakın bu kendi ayağına sıkmak, kendi eliyle kendini imha etmek dediğimiz şeyin vukû veya can bulmuş hali. Sözlükte bunun tam karşılığı nedir acaba? Hatırlamadım şimdi.
- Konuşmalarınıza dikkat edin. Kişinin ahlakı ağzından çıkan sözün satır aralarında saklıdır.Başımı önüme çevirdim. Çenemi dikleştirdim ve yürümeye devam ettim. Ne kadar çürük, sorunlu, tahtası eksik varsa hepsi bende. Çekiyor abi. Hah! Şu karşıdan deli danalar gibi gülerek gelende benden. Çiğdem. Saçını savura savura gelip karşımda durdu ve başımı ellerinin arasına alıp alnımdan öptükten sonra,
- Helalim. Al beni mutlu olalım seninle.
- Ne izledin yine? Söyle hadi?
- Deme öyle Keje! Bakma bana gözünü pörtletip pörtletip.
Demesiyle gülmemek için dudağımı dişledim. Ama kendimi tutamayıp güldüm. Çiğdem de gülünce elini omzuma attı. Yandan bakıp,
- Söyle Keje'm, seni hara götürem.
- Cehennem- Neyse. Bırak şimdi oyun oynamayı. Yine dışarda kaldık.
Dememle elini çekip,
- Nasıl ya? Yer tuttuk o kadar?
- Kızın biri gelmiş oturmuş.
- Çağırsaydın! Aşireti toplar kafasına sıkardık.
Bıkkınca bir soluk bırakıp yürümeye başladım. Yanımda yürürken,
- Bak çalışmamız gerek. Şurada sınavlara ne kadar kaldı ki? Tezi zaten zar zor verdik.
- Bitireceğiz. Sakin ol.
- Olamıyorum. Uyku girmiyor gözüme. Daraldım yine.
- Aman be! Hadi gel mescit boştur. Bir abdest al. Sonra orada çalışırız.
Deyince gülümsedim. Ne iyi insansın sen Kuşbaşı.
Birlikte kol kola girip mescide girdik. Birkaç kişi vardı ve onlarda ellerini başlarının arasına almıştı. Herkes sınavlara yakın derslerle halat arasında kalmıştır. Hani benimde gözüm kaymıyor değil...İçeri girip köşeye geçtik. Çantamızı koyup sırtımızı duvara yasladık. Birbirimize bakıp gülerken,
- Ben bir abdest alayım.
Dedim. Eşarbımın iğnesini çözüp köşeye koyarken çoraplarımı da çıkartmıştım ki aniden kollarımdan tutan Çiğdem,
- Helvan! Helvanı neyli istersin?
- Ne?
- Helvan diyorum!
- Of Çiğdem dur lütfen.
Demiştim ki ellerini çekip,
- Ben dururumda ata yadigarını kaybettiğini Nuriye Sultan öğrenince durmayacak.
-Ne atası? Ne?!?!
Beynimde düşen jetonla ellerimi boynuma attım. Yakamı çekiştirip,
- Anam! Yok! Bittim! Bittim!
Dedim ve ayağa kalkıp elbisemin içine bakmaya başladım. Eteğimi kaldırıp atletimi dışarı çıkartmıştım ki bana bakan gözleri fark etmemle durdum. Çiğdem önüme geçip kollarını açtı,
- Tamam arkadaşın biraz ateşi çıktı da.
Demesiyle koluna vurup üstümü düzelttim. Şimdilik. Annem duyunca beni kesin vurur. Hatta derimi yüzer. Elveda hayat... elveda...