twenty six

660 57 42
                                    


son bir kaç saati zihnimden temizlemek, bedenimde hala varlığını hissettiğin dokunuşlardan kurtulmak istedim. iki elimle geride desteklediğim saçlarımın daha da açığa çıkardığı mahvolmuş yüzüme baktım.

ağlamaktan akan rimelimin artık kalıntıları duruyordu sadece. o kadar ağlamıştım ki, göz yaşlarım temizlemişti göz altlarımı. yüzüm kir içindeydi. bedenimdeki morlukların yanı sıra görmeye alıştığım patlak dudağım vardı. çenemin iki yanı baskı gördüğü için morarmış, alnımda ne ara açıldığını bilmediğim küçük bir yara vardı.

parmaklarım dudaklarımda asılı kaldığında aklıma bir kaç görüntü düştü. hırsla sildim dudaklarımın üzerini. gözlerim aynadaki yansımamdan boynuma takıldı. boynumda ıslak dudakları hissederken boğulduğumu sandım. tek elim boynuma gidip boynumu kavrarken gözlerimi yumup bir kaç adım geriye attım.

iğrenç hissettim. kendime söylediğim onca teselli edici cümleye rağmen bir kaç saat önce yaşadığım şeyler yüzünden iğrenç hissettim. şiddetten ne kadar farklı olduğunu fark ettim sonra. biri vurduğunda, bitiyordu. onu suçluyordun ama bitiyordu. ama sanki o dokunuşlar hayatım boyunca peşimi bırakmayacakmış gibiydi. ne zaman geçsem aynanın karşısına gerdanımda o dudakları hissedecekmişim gibiydi.

nefes almaya çalıştıkça beni zorlayan ciğerlerimden nefret ettim. akan gözyaşlarını sorguladım.

ellerim önce yanaklarıma değdi. yavaşça indirdim aşağıya doğru. boynuma dokundu biraz. göğüslerimin üzerinden geçti ve eşofmanımın bel kısmında durdu. kumaş parçasını sıyırmaya çalıştığımda vücudumdaki titremeyi anca fark ettim. kendimden korkuyordum.
onlar canımı yaktı. canım çok yandı.

gözlerim tekrar aynada kilitli kaldığında açık su sesini bastırarak bağırdım. sadece içimdeki yangını dindirmek istedim. daha da alevlendi, fark edemedim.

saçlarımın arasında gezinen ellerimi durduramadım, yüzümü çizen tırnaklarım için hiçbir şey yapamadım. ağladım ve bağırdım. tenimi parçalamak istedim. bu bedenin içinde olmak istemedim. avuç içim boynuma gitti. orayı temizlemek istedim. sertçe sildim, sildim ve sildim. bedenimi üzerindeki tüm bu kirden arındırmak istedim.

biraz öne eğilip "olmuyor!" diye bağırdım. aynanın önündeki mumluğu alıp bir çığlık eşliğinde yansımama fırlattım. ayna gürültülü bir şekilde dağılırken kırıklar arasından kendime baktım. "hak ettiğin bu işte. hak ettiğin tek şey bu. sen tüm bunları hak ettin. asla jennie olamayacaksın. asla istediğin o hayatı yaşayamayacaksın. hayatına onun kuklası olarak devam etmek zorundaydın. hak ettiğin bu."

soluk almadan kendi kendime konuşurken parmaklarımın arasına alıp sıktığım cam parçasını bile fark etmemiştim. fiziksel acıya hissizleşmiştim artık.

lavabonun içine akan kanı gördüğümde su sesini duyabiliyordum artık. parmaklarımdaki acıyı hissedebiliyordum ve kapının ardındaki bağırışları.

"kan.." diye fısıldadım. "bu sefer temizlenmeme yardım eder mi?"

kesik parmaklarım yükseldi ve çenemde durdu. yüzümdeki küçük tebessümü fark edemeden yavaşça aşağıya kaydırdım elimi. boynumu kana buladım. göğsüme, dudaklarıma değdi biraz.

dişlerimi göstererek gülmeye başladığımda kapıya döndü gözlerim. oraya adımlayıp kilidi çevirdiğimde kapı direkt aralandı. Jongin, içeriye dalacağı sırada gözlerini üzerime çevirdi. adımları olduğu yere kenetlendi. elleri havada asılı kalırken birini yavaşça öne uzattı. yanağıma değmesini istedim. onun dokunuşlarından korkmadım, tam tersine üzerimde istedim.

flower garden || jenkaiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin