sonsuza kadar içinde sıkışıp ne ileriye ne de geriye gitmek istemediğiniz anlar olurdu. sadece o anın güzelliğini, bedeninizde, ruhunuzda bıraktığı huzuru hissetmek istediğiniz.. kollarımı onun boynuna dolamış, dudaklarını dudaklarımın üzerinde hissederken tam olarak o anlardan birindeydim.onu hissedebiliyordum. varlığını hissedebiliyordum. kollarımın arasındaydı ve bu uzun zamandır gerçekten mutlu hissettiğim tek andı.
ama bazı insanlar şanssız gelirdi dünyaya. kaldırabileceğinden fazlası yüklenirdi omuzlarına ve omuzların dikleşmesine izin verilmezdi. gelin görün ki ben tam o kişiydim. istenmeyen bir kız çocuğu olarak doğmuş, hayatımı kendim yönetemeyecek kadar baskı altında büyümüştüm.
fazla kilonun olmasının nasıl hissettirdiğini, eğlenirken bir pantolon içinde olmanın eğlencemi nasıl etkileyeceğini, hoşlanmadığım biriyle iletişim kurmamanın, istemediğim bir tenin tenime değmemesinin, acı çekmeden, yara izlerini saklamaya çalışmadan günler geçirmenin nasıl hissettirdiğini merak edip durmuştum.
geçmişin hayatımı artık etkilemeyeceğini kendime ne zaman söylesem, geçmişten biri, bir eşya, bir an karşıma çıkıp durmuştu.
gürültülü patlama eşliğinde sırtımda hissettiğim şiddetli sızı gözlerimi ilerideki ahşaba saplanan kurşuna çevirmemi sağlamıştı. saniyeler içerisinde bedenim ilerideki koltuğun arkasına çekilirken neler olduğunu çoktan anlamıştım.
bizi bulmuştu. nereye kaçarsak kaçalım bulacağından emin olduğum adam, hayatımı mahveden adam bizi saatler içerisinde bulmuştu.
içeriye üst üste yağan kurşunlar gözlerimi yummama sebep olurken bedenimin üzerine sarılı kollara tutundum.
"jongin, sırtım." diye tek nefeste soluduğumda üzerimdeki tişörtü sıyırdı. "şükürler olsun ki sadece sıyırmış."
göğsümde net olarak hissedebildiğim korku doğduğumdan beri belki de milyonuncu kez gözlerimin dolmasına sebep olurken kapı gürültülü bir şekilde aralandı.
her şey anlık gelişti.
yüz olarak hatırladığım bir kaç adam başımızın üzerinde belirdiğinde onu üzerimden çektiler. boşluğa düşen ellerim yüzümü bulurken tırnaklarım yanaklarıma saplandı.
derin bir nefes alıp ayağa kalktığımda ensemde hissettiğim soğuk namluyla donakaldım.
"seninle işimiz yok. çocuğu alıp gideceğiz."
ensemdeki silahın sahibi konuştuğunda tişörtümün eteğini kavradım. silahı umursamadan adama döndüm. silahı alnıma dayadı.
"hayır." başım refleks olarak iki yana sallanırken tekrarladım. "hayır. lütfen. bakın tam karşınızda duruyorum. her şeyin suçlusu. gözünün önündeyim baksana!"
"jennie. sakin ol."
Jongin'in soğuk sesi kulaklarıma ilişti.
"götürün." dediğinde istemsiz bir bağırış döküldü dudaklarımın arasından.
korktuğum başıma geldi.
bir kez daha.
silahı tutan koluna asıldığımda "öldür beni. ona zarar verecekseniz beni tam burada öldür." diye bağırdım.
"jennie!"
bağırışıyla, bağırışımı durduğunda kapıya sürüklenen bedenine baktım.
"jongin? hayır. hayır. hayır. olmaz. hayır!"
yaşlar yanaklarımdan döküldü.
"onu tam burada, gözünün önünde öldürürüm."
"yapamazsın."
alnımdaki silah ona döndüğünde bedenine yaslı diğer iki silahı fark ettim. karşımdaki adam meydan okur bir şekilde gözlerini üzerime dikti. "deneyelim mi?"
soluk alışverişlerim hızlandı.
"tamam, sizinle geleceğim. ama ona dokunmayın."
jongin bir kez daha konuştuğunda gözlerine bakamadım bile. dudaklarımı araladım ama diyecek tek bir cümle bulamadım kendime. hissettiğim onca şey birbirine girdi. boğazımı düğümledi. nefes alamadım bir müddet.
"lütfen."
yalvarır bir şekilde gözlerimi adama diktiğimde umrunda bile olmadım. girdikleri gibi terk ettiler ağaç evini.
öylece gözlerimin önünde götürdüler sevdiğim adamı. bir şey yapamadım.
"neden.." diye fısıldadım. başka da bir şey gelmedi zaten elimden.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
flower garden || jenkai
Fanfictionyürüdüğüm her yol sana çıkıyor jennie. sana ve senin çiçek bahçene