18. Bölüm

1.2K 69 23
                                    

Çayımı içip Oğuz'dan müsaade istedim ve odama döndüm. Aslında onunla daha fazla vakit geçirebilirdim ama ne kadar görmezden gelsem de içimde nefesimi ağırlaştıran bir acı vardı ve en azından bu gece onu yaşamalıydım. Yatağıma uzandım, başucu lambamı yaktım ve gözlerimi kapatıp kendimi sakin gecenin sessizliğine teslim ettim.

Vurulduğum yerde yeniden gözlerimi açtım. Etrafım kanlar içindeydi. Kendi kanımda yüzüyor gibiydim. Ciğerlerimin kanla dolduğunu hissediyor, nefes alamıyordum. Mavi gökyüzü bulanık, güneş yakıcıydı. Tenimden aşağı süzülüp, yere sızan ve kanıma karışan ter damlaları bedenimin her yerini sarmıştı. Kafamı hafifçe kaldırıp orada olduğunu bildiğim Yavuz'dan yardım istemek istedim. Ancak kendimde bulduğum son gücü, karısının elini tutmuş benden uzaklaşan Yavuz'un arkasından bakmak için harcamış oldum.

Oysaki yaşamak istiyordum! Ama umut kalmamıştı. Esen rüzgarın ölümü haber veren ıslığını dinlerken yeniden gözlerimi yumdum. Daha fazlasını yapmak istiyordum ama yapacak gücüm yoktu. Ölüme teslim olmaktan başka çarem yoktu.

Derken kulaklarıma bana doğru koşarak yaklaşan ayak sesleri değdi. Yavuz'un geri döndüğünü sanıp gözlerimi aralamaya çalıştım. Birinin elleri yavaşça omuzuma değdi. Boğazıma dokunan parmaklar hissettim. Birisi hala hayatta olup olmadığımı kontrol ediyordu.

Kurtulabilir miydim?

Umut çok azdı ama yine de o umuda tutunmak istedim ve bedenimdeki her hücreyi zorlayarak gözlerimi biraz olsun araladım. Bulanık gören gözlerim, beni kurtarmaya çalışan adamın siyah saçlarını gördü. Gözlerim yeniden kapanırken öldüğümü düşünüp beni kurtarmaktan vazgeçmesin diye bir elimi güçlükle birkaç santim yukarı kaldırdım. Siyah saçlı adam hemen elimi tutup sıkıca kavradı. Biraz sonra kulağımda adamın tanıdık, yumuşak sesini duydum.

"Tuttum seni."

Gözlerimi açtım. Yattığım gibi sırt üstü yatarak uyanmıştım. Şaşkın bir şekilde bir sağıma bir de soluma baktım. Kapalı perdelerime rağmen içerisi aydınlanmıştı, sabah olmuştu. Yana uzanıp ışığı söndürdüm ve doğruldum. Gördüğüm kabusu düşündüm. Kabus muydu? Kurtulmuş muydum?

Duyduğum sesi düşündüm. Sesin sahibini tanıyordum. Beni kurtarmaya gelen Oğuz'du. Sanki odamın kapısında bekliyormuş gibi, kapıya doğru baktım. Dün söylediklerinden ve yaptıklarından etkilenmiş olmalıydım. Telefonuma uzanıp saate baktım. Dokuzu biraz geçiyordu. Bugün izin günüm olduğu için çalar saati kapatmış ve uyumuştum.

Sarsak adımlarla yürüyüp direkt duşa girdim, hemen bir alışveriş yapacaktım. Kahvaltı için bile hiçbir şeyim yoktu. Geldiğimden beri Oğuz'un yemeklerinden yiyordum. Biraz da ben ona bir şeyler yapabilirdim.

Rahat olmak için haki renkli ve diz kısmında büyük iki cep olan bir pantolonla, beyaz, rahat bir tişört giydim. Saçlarımla uğraşmak istemediğim için saçımı kuruturken, saç kurutma makinesinin kıvırcık aparatını kullandım. Yorgun ve mutsuz olduğumu bas bas bağıran yüzümü toparlamak için yine hafif makyajımı yaptım ve saat onda, bir köşeye attığım sırt çantamı da aldıktan sonra odamdan çıktım.

Taksiyi aramak için telefonumu cebimden çıkartıp yavaş adımlarla kapıya doğru yürüdüm. Telefon çalarken spor ayakkabılarımı giyip kapıyı açtım. Karşımda aniden birisini bulunca "Hii!" diyerek geriye doğru çekildim. Çünkü kimseyi görmeyi beklemiyordum.

Oğuz; Açık gri bir tişört, kot pantolon ve gözünde güneş gözlüğüyle kapının önünde duruyordu. Elindeki anahtara bakınca kapıyı açmak üzere olduğunu anladım. Rahatlayarak gözlerimi yumup tuttuğum nefesi verdim ve yeniden Oğuz'a baktım. Güneş gözlüğünü çıkartıp tişörtünün yakasına astı.

Bahar: DönüşHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin