41. Bölüm

1.5K 53 54
                                    

Hayatımın en farklı gününü yaşıyordum. Elimdeki kağıda, başkaları tarafından yazılmış olan sebepleri okuyup, yine başkası tarafından gönderilen siyah takımı ve beyaz gömleği giydikten sonra farklı renk ve tiplerdeki, son derece sıradan araçlardan oluşan altı araçlık bir konvoyla boşanmak üzere yola çıkıyordum. Araçlar öyle sıradan ve herkesinkiler gibiydi ki içinde basının ya da herhangi birinin ilgisini çekebilecek birisi olabileceğini düşünmek mümkün değildi.

Oğuz kapıya kadar benimle geldi, araca binmeden hemen önce de yüzüme düşen saçları kulağımın arkasına sıkıştırdı. "Hadi artık, bu işi bitir ve gel."

İç çektim. "Çok uzadı değil mi?" diye sorup özür diler gibi uzanıp hafifçe koluna dokundum. "Üzgünüm."

"En azından artık bitiyor."

"En azından..."

Oğuz'u bir kez daha yanağından öpmek için uzanacak gibi oldum ama sonra hemen durdum. Oğuz da onu öpeceğimi anladığı için bana doğru eğiliyordu ama ben aniden geri çekilince şaşırarak bana baktı.

"Bir şey mi oldu?" diye sordu. Kaşları merakla çatılmıştı.

"Dur ben en iyisi bir boşanıp da geleyim. Sonra öperim, ne olur ne olmaz" dedim ve kendimi arabaya attım. Oğuz durduğu yerde kendi kendine bir kahkaha attıktan sonra bana doğru eğildi.

"Boşanma davanda başarılar dilerim" dedi ve gülümsedi. Ellerimi açıp yukarı bakarak "Allah'ım, lütfen" diyerek karşılık verdim ve gergin bir gülüşmenin ardından yola çıktım.

Mahkeme salonuna ulaşmak yaklaşık iki buçuk saatimizi aldı. Adliyenin önünde durduktan sonra, birlikte geldiğimiz araçlardaki insanlar, sanki bambaşka şeyler için buradalarmış gibi önden çıkıp etrafta sorun olabilecek bir basın mensubu olup olmadığını kontrol ettikten sonra ben de araçtan indirildim ve nihayet mahkeme salonuna ulaşabildim.

Beyaz duvarları dar koridorlardan yürüyerek mahkeme salonuna doğru ilerledim. İçimde karmakarışık hisler vardı. Bir yanım heyecanlı ve belki biraz da korkarken diğer yanım yeniden doğacakmışım gibi hevesliydi.

Son koridorun köşesinden de döndükten sonra davamızın görüleceği mahkeme salonunu gördüm. Ve önünde oturan Yavuz'u...

Yavuz yakası açık bir gömlek, lacivert bir ceket ve pantolonla kapının önünde oturuyordu. Saçları her zaman olduğu gibi kısa, yüzü traşlıydı. Tanıdığım, bildiğim Yavuz'du. Ya da aslında bildiğimi sandığım... Beni görünce yorgunmuşçasına ağır bir şekilde ayağa kalktı. Ben de biraz da refleks olarak ona gülümsedim ve tam bir adım önünde durdum.

"Gelebilmişsin."

Yavuz da yarım yamalak gülümseyip kafasını salladı. "Gelememek gibi bir lüksüm yoktu zaten."

"Olsaydı kullanacak mıydın?"

O her zamanki kısık sesiyle güldü. "Tabii ki hayır, başına bela olacak değilim ya Bahar."

İç çektim. "Öyle bir şey düşünmedim zaten."

Aramızda bir sessizlik oldu. Ne kadar garipti. Bir zamanlar çok sevdiğim, öldü zannettiğim için ölmek istediğim adamın karşısında durup ona bir yabancı olmak. Ne kadar garipti, artık ona bakarken içimin acımaması.

Her şeye rağmen Yavuz'u görünce yeniden bir kederle dolacağımı zannetmiştim ama öyle olmamıştı. Bu benim için muazzam bir keşifti. Onun, kalbimin üzerine bıraktığı ağırlıktan kurtulmuş gibiydim. Aklım bir yerlerden tozlu kederler bulup, onları yeniden kalbime yerleştirmek istiyordu sanki ama Oğuz'un güzel tebessümü ve kulağımdaki, "Seni seviyorum" diyen yumuşak sesi onları pataklayıp geldikleri yere gönderiyordu.

Bahar: DönüşHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin