23. Bölüm

1.2K 70 29
                                    

***

Bu bölüm, okurken de aynı hisleri size yaşatabilecek mi bilmiyorum ama ben yazarken bir ufak ağladım. 

Bir günde iki farklı hikayeye iki uzun bölüm yazdığım için biraz yoruldum. Gözlerim ve bileklerim ağrıyor ama yine de bu bölüm benim için akıp gitti. Sizler de yorum yaparak ne düşündüğünüzü bana söyleyin lütfen. Yeni hikayemde de desteklerinizi beklerim. :)

Bilgisayardan bölüm okuyanların aşağıdaki müziği döngüye alıp dinleyerek bölümü okumasını tavsiye ederim.

Bir de bölüm gelip gelmeyeceğini genelde Twitter hesabımda yazıyorum. Oraya bakabilirsiniz. İyi okumalar^^

***

Kendimi yorgun hissederek yatağıma uzandım. Eğer üç yıl önceki Bahar olsaydım, Oğuz'u anlayışla karşılayabilirdim. Ama artık sırlara ve yalanlara tahammülüm kalmamıştı. Kalbimde bir sızı hissettiğimi inkar edemezdim. Yeni bulduğum kıymetli arkadaşımı kaybetmiş gibi hissediyordum. Üstelik son zamanlarda sahip olduğum tek şey oymuş gibi göründüğünden, her şeyi kaybetmiş gibiydim.

Her ne kadar tüm gün uyumuş olsam da yine de uyumayı denedim. Çünkü içimden yine ağlamak geliyordu ve ben ağlamaktan bıkmış, usanmıştım.

Oğuz'a haksızlık ettiğimi söyleyen tarafımla haklı olduğumu söyleyen kalbim arasında boğulduğum bir saat boyunca yatakta dönüp durdum. Ancak ne yaptıysam gözlerimi yumup, beraberlerinde getirdikleri karanlığa teslim olmayı başaramadım.

Biraz sonra Oğuz'un kapısının açıldığını duydum. Bir yandan da telefonda konuşuyordu.

"Hazırım, çıkıyorum" dedi. Sesinin aceleci çıktığını fark ettim. Bir sorun olup olmadığını sormakla sormamak arasında tereddüt ettiğim birkaç saniyeden sonra onun benim düşmanım olmadığını hatırlayıp yataktan kalktım ve odadan çıktım. Ben odadan çıktığım sırada, Oğuz da evden çıkıp kapıyı kapattı. Ona yetişebilmek için hızlı adımlarla kapıya yürüdüm. Ama ben kapıyı açtığımda o çoktan arabaya ulaşmıştı.

Seslenip her şey yolunda mı diye sormak istedim ama elindeki valizi görünce durdum. Yüzüm şaşkınlıkla gerildi. Ne yani? Gidiyor muydu? Tamamen mi?

Bir yerden destek alma ihtiyacı hissedince kapının çerçevesine yaslandım ve Oğuz'un orta boy valizini bagaja koyup arabaya binişini izledim. Gri araba arkasında beni donmuş bir şekilde kapıda bırakarak çekip gitti.

Oğuz'u arayıp gitmesine gerek olmadığını söylemeyi düşündüm. Ben onun evden gitmesini istememiştim ki. İstemiş miydim?

İçeri girip arkamdan kapıyı kapattım. Ağır adımlarla odama girdim ve yeniden kendimi yatağımın üstüne attım. Oğuz'u da aramadım. Berbat hissediyordum.

Yarım yamalak, kabuslarla bölünüp duran bir uykunun ardından sabahın beşinde, tekrar uyumayı denemekten vazgeçerek kalktım. Ayaklarımı sürüyerek banyoya girip uzun bir banyo yaptım ve ağır hareketlerle giyinip toparlandım. O kadar uyuşuk hareket ediyordum ki normalde yarım saate sığdırdığım duş, saç, makyaj ve giyinme dörtlüsünü iki saatte ancak tamamladım.

Depresyonun kollarının etrafımı sıkı sıkı sardığını hissediyordum. Israrla ağlamıyordum belki ama ağlasam daha iyi hissediyor olurdum.

Mesainin başlamasına hala iki saat vardı ve ben yarım saat içinde iş yerine ulaşıyordum. Hem canım bir şey yemek istemediği hem de zaten yiyecek bir şeyim olmadığı için, mutsuz bir şekilde salona geçip televizyonu açtım. Bir şekilde aklımı dağıtmam gerekiyordu. Her ne kadar başarılı olacağına inanmasam da...

Bahar: DönüşHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin