"Hayır.", "Götürmeyin onu!", "Lütfen, yapmayın.", "Hayır!", "Lütfen!", birden ter içinde çığlık atarak uyanmıştım. Nefes nefese kalmıştım. Dizlerimi karnıma doğru çekip başımı dizlerimin üzerine koydum. Bağıra bağıra ağlıyordum. Odamın kapısı birden açıldı. "Eylül?", Emre'nin uykulu sesini işitmiştim. "Güzelim? Noldu?", yumuşacık ses tonuyla yanıma gelip saçlarımı okşadı. Yatağın kenarına çömelip, ellerini çeneme uzattı. Yüzümü görmek istiyordu belli ki, ben de karşı koymadan yüzümü ona çevirdim. Göz yaşlarım halen akıyordu durduramıyordum. Karşımdaki mavilikler üzüntü ve endişeyle bakıyorlardı. Artık ben de Emre'nin gözlerinden ne hissettiğini anlayabiliyordum. Öyle olduğunu düşünüyordum. Bu aralar o kadar çok anı hatırlıyordum ki çoğunu unutuyordum. Anılardan aklımda kalan tek şey Emre'nin gözleriydi. Asla unutmuyordum karşımdaki mavilikleri. Beni kendisine öyle bir çekiyordu ki kendimi engin denizlerde hissediyordum. Gözlerinin içerisinde kayboluyordum. Çok çabuk kabullenmiştim bu adamı, çok çabuk alışmıştım. Çok çabuk ısınmıştım ona. Bundan 2 hafta öncesindeki Eylül'ü hatırladım. Arabaya tereddütle bindiğim günü. Karşımdaki adamın gözlerine bile bakmaya cesaret edemeyen Eylül'ü. Her şey nasıl bu kadar hızlı gelişiyordu? Ben nasıl bu adama güvenebilmiştim? Nasıl oluyorda çekinmeden sarılabiliyor, gözlerine bakabiliyordum? Hakkında bildiklerimin sayısı, bir elimdeki parmaklarlarımın sayısını geçmezdi. Fakat ilk günki Eylül değildim onu karşısında, artık onu tanıdığımı hissettiğim bir Eylüldüm. Çok saçmaydı, nasıl tanıdığımı hissedebiliyordum bilmiyordum ama hissediyordum işte. Beynimin kilitli odaları birer birer açılırken, Emre odasını çoktan keşfe çıkmıştım. Karşımdaki mavilikler içimi nasıl huzurla doldurabiliyordu anlamıyordum. Kesin bir şey varsa Emre'nin kocam olduğunu çoktan kabullenmiştim. Aramızdaki derenin üzerinde yer alan eski köprüyü onarmaya başlamıştım. Tamir edip Emre'ye kavuşmak istiyordum. Tek bildiğim şey bu eski köprünün bir daha yıkılmasına izin vermeyecek olmamdı. "Bilmiyorum.", dedim ağladığımdan dolayı kısık çıkan sesimle. "Sadece çok kötüydü, çok canım acıyordu. Fiziksel bir can acıması değildi. Sanki ruhumu söküp alıyorlardı. Ne gördüğümü hatırlamıyorum ama ne hissettiğimi halen hatırlıyorum. Sanki şu an bile onu hissediyorum." dedim. Dün geceden sonra ilk defa bu kadar uzun cümle kurmuştum ona karşı. Tek kelimelik cümleler benim için çoktan mezara gömülmüşlerdi. Emre asla bunu hak etmiyordu. Kendi açımdan ne kadar zorlandığımı düşünsemde, Emre için her şey daha zordu. Görebiliyordum. Onu bir daha üzecek bir şey yapmak istemiyordum. Nedenini kendime sorup duruyordum ama bir cevap alamıyordum. Sadece onu üzecek şeylerden uzak durmak istiyordum o kadar. 'Asla o kadarlıkla kalmayacak.' diye düşündüm. 'Cevabı biliyorsun ama kaçıyorsun.' dedi mantıklı tarafım. 'Kaçmıyorum.' dedi duygusal tarafım. Yine kendimi bir savaşın ortasında kalmış gibi hissediyordum. Mantığım ve duygularım ne zaman birlikte hareket edeceklerdi merak ediyordum. Emre çömeldiği yerden kalkıp yatağa oturdu. Beni kollarının arasına alması 1 saniye bile sürmemişti. Göz yaşlarım sanki yıllardır bunu bekliyormuş gibi hiç durmadan akıyorlardı. Sadece rüyadan kaynaklı ağlamıyordum artık. Yaşadığım her şeye ağlıyordum. Öyle böyle değil bağıra bağıra ağlıyordum. Hıçkırıklarım arasında zar zor nefes alıyordum. Emre kafamı göğsüne bastırmış sıkı sıkı dolamıştı kollarını. Ben de kollarımı ona doladım. Canım çok acıyordu. Asla fiziksel bir acı değildi bu. Tüm biriktirdiklerim gözlerimden akıp gidiyordu sanki. Emre de durumun farkına varmış olacak ki beni susturmaya çalışmamıştı. Ağlamam izin vermiş sadece bana destek oluyordu. Ne kadar öyle kaldık, ne kadar ağladım bilmiyorum ama artık ağlayacak gücüm kalmamıştı. Ağlamamdan kaynaklı baş ağrısı çekmeye başlamıştım. Kendimi Emre'nin göğsünden çekip, son damlalarıda gözlerimden sildim. Hafiflediğimi hissediyordum, çok iyi gelmişti. Odanın kapasının tıklatılma sesini duyunca kendime çeki düzel verdim. Emre'nin gözleri halen üzerimdeyken konuştu, "Girin.", kapı yavaş yavaş açıldı. Aralıktan Zeynep'in yüzünü görmüştüm. Yarım açılan kapının ardından konuştu, "Sen de mi buradaydın? Girebilir miyim?" dedi. Emre'ye bakarak. Emre'nin gözleri halen üzerimdeydi. Emre'ye bakıp gözlerimi yumdum, "Girebilirsin." dedim Zeynep'e. "Sen iyi misin? Ağlama sesini duyunca bi bakıyım dedim. İstediğin bir şey var mı?", dedi. Zeynep'e dönüp gülümsedim. "Artık iyiyim. Ağlamak ve orman kokusu iyi geldi." dedim. Emre başını öne eğmiş sırıtmıştı, cümlemdeki imayı anlamıştı. Ayağa kalkıp, "Acıktım." dedim. Emre de ayağa kalkıp, "O zaman kahvaltıya, Narin hanım senin için dereotlu poğaça yaptı." dedi. "Yüzümü yıkayıp geliyorum, siz inin." dedim. Odadan ilk Zeynep arkadından Emre çıkmıştı. Ben de ebeveyn banyosuna girmiştim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
EKİM | Henry Cavill
Romance+18 ... Direksiyondaki sağ elimi arkadaki çantama doğru uzattım. İçerisindeki telefona ulaşan parmaklarım zaferle telefonumu kavramışlardı. Başarmıştım. Çantadan elimi çıkarıp üzerindeki arayan kişinin ismine baktım. ''EMRE'' yazıyordu. İşte ne oldu...