• BÖLÜM 17 •

790 47 16
                                    

Hayat, sözlükteki ilk anlamı yaşam, ikinci anlamı, doğumdan ölüme kadar geçen süre...

Peki, insan yaşarkende ölemez miydi? Ya da yaşarken tekrar doğamaz mıydı? Cevabı hayırsa, ben niye öyle hissediyordum?

Ben yaşarken ölmüştüm, aynı şekilde yaşarken de tekrar doğmuştum. Kaybolan 10 yılımla ölmüş, yaniden bulduğum aşkımla doğmuştum.

Hayat, 5 harf ve bilinmezlik. Kimin nasıl bir yaşam süreceği belirsiz olan, bilinmeyen, tahmin bile edilmeyen, yaşam döngüsü.

Filmler çoğu zaman mutlu son ile biter, herkes mutlu, uzunca bir sofranın etrafında doluşmuş, kahkahalar ile otururlar. Her zaman buna özenirdim. Tüm sevdiklerimle birlikte olup, uzun bir sofra etrafında yerlerimizi almamızı...

Hayat, işte tam mutlu sona kavuştuğunu düşündüğün anda, aksini kanıtlarcasına yüzüne çarpmasıdır. Tam mutluyum dediğinde hiç beklemediğin anda seni mutsuz edebilendir hayat...

Benim hikayemde öyleydi. Emre ile mutlu sona kavuştuğumuzu düşündüğümüz an yanıldığımızı tahmin bile edemezdik.

Hayat böyleydi işte, asla masallardaki gibi değildi ya da filmlerdeki gibi...

Emre'nin önündeki pirinç taneleriyle oynaması dikkatimden kaçmamıştı. İştahını bile kesecek bir sorunu vardı. Bunu ne kadar saklamak için uğraşsada başaramıyordu. Onun beni tanıdığı kadar olmasada ben de onu tanımaya başlamıştım. Haftalar önceki mutlu Emre yoktu artık karşımda. Sürekli düşünceler içerisinde boğulup duruyordu. Bir derdi vardı ve asla bunu paylaşmıyordu. Girdiğimiz haziran ayının sıcaklığından dolayı bahçede yemek yemeğe karar vermiştik. Aslında ben istemiş Emre onaylamıştı. Altımızdaki ördek havuzuna dalıp gitmiş, önünde saatlerdir oynadığı yemeğinden bir lokma bile almamıştı. Defalarca sorduğum soruların cevaplarını vermemiş, beni geçiştirip durmuştu. Bazen kendimi çok yalnız hissediyordum, tüm dünya benden bir şey saklıyormuş gibiydi. Onlarca anı, vurulmamı bile hatırlamıştım. Fakat asla bu konu üzerine konuşamamıştık. Konuşmak istememişti. Her şeyin vurulmamla bağlantılı olduğunu düşünüyordum, bunu Emir'e söylediğim zaman Emir'in cevabı aklıma geldi.

"Her şey keşke o kadar basit olsaydı. Tek sorunumuz seni vuran olsaydı ama öyle değil Eylül. Zamanı geldiğinde öğreneceksin. Tek isteğim Emre'ye bir şey sorma. Zaten cevap alamayacaksın ama yine de sorma. Onu rahat bırak, zamanı geldiğinde açıklayacağına eminim."

Çok saçma davranıyorlardı. Sakladıkları ne kadar büyük bir şey olabilirdi ki, onları bu denli yıkan, ne olabilirdi? Aklım almıyordu, herkese sordum, herkesle konuştum ama cevabı verecek insanın Emre olduğunu söyleyip durdular. Bilmiyordum, artık hiç bir şeyi bilmiyor, emin olamıyordum. Tek bildiğim şey Emre ile birbirimizi deli gibi sevdiğimizdi. Beni de ayakta tutan tek şey oydu. Ona olan güvenim sonsuzdu. Zeynep'in söylediği ihtimali bile değerlendirmeye almaya tenezzül etmiyordum. Zamanında beni aldatmış olacağı fikri bile saçma geliyordu. Fakat yüzlerce ihtimalden sadece birini elemiştim. Geriye kalan ihtimaller yerini koruyordu. Dikkatimi birden Emre'nin sofradan kalkması bozmuştu. "Benim bir işim var. Halledip geleceğim tamam mı?", yanıma gelip saçımı öpmüştü. Sürekli böyle davrandığı için şaşırmıyordum artık. Sürekli bilmediğim işleri oluyordu ve sürekli bilmediğim bir yerler gidip, saatlerce uğramıyordu. Geçen hafta geçirdiğimiz geceyi düşünmeden edemiyordum. Tam kavuştuk mutluyuz artık dediğimde başka bir şey oluyor yine ayrı düşüyorduk. Emin olduğum tek konu, Emre'nin sorunu her ne ise onu çözmeden, rahata eremeyeceğimizdi. Bu yüzden gidip işlerini halletmesine hiç bir şey demiyordum. Hatta destekliyordum. Ne yapması gerekiyorsa yapsın ki onu bu hale getiren şeyi düzeltsin istiyordum. Emreyi yolcu ettikten sonra bahçedeki soframıza tekrar geri döndüm. Hava kararmak üzereydi. Güneşin saçtığı turuncumsu renklerle aydınlanmıştı gökyüzü. Gökyüzünün bu hali içimi ısıtmıştı. Derin bir nefes çektim ciğerlerime, temiz hava ile dolan ciğerlerim biraz olsun gergin vücudumu rahatlatmıştı. Aklımdaki soruların cevaplarını bulmakla o kadar uğraşıyordum ki, geçirdiğim zamanlardan keyif almamaya başlamıştım. Yaptığım yanlıştı, ölümden dönmüştüm, bana ikinci şans verilmişti hayatı doya doya yaşamam için, bunu iyi değerlendirmeye karar verdim. Hayatımdaki koca bir boşluğu doldurup yoluma devam etmek istiyordum artık. "Leyla!", Leyla ismini duymasıyla koşar adım yanıma gelmişti. "Buyrun Eylül hanım.", "Leylacığım sofrayı kaldırabilirsiniz. Bir de bana kağıt kalem getirir misin acaba?", "Tabiki hemen getiriyorum.", "Teşekkür ederim.", Leyla yine koşar adım içeriye girmişti. Aklımdaki sorularla artık başedemiyordum. Hepsini kağıda dökmek istiyordum. Leyla çok geçmeden elinde A4 yığını ve bir kaç kalemle içeriye gelmişti. Elindekileri bana verip, yemek tabaklarını götürmüştü. Hemen yazmaya başladım.

EKİM | Henry CavillHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin