• BÖLÜM 13 •

804 60 22
                                    

İki farklı cinsiyet kadın ve erkek, birbirinden apayrı ama birbirlerine muhtaç...
Erkekler gücün, iktidarın, cesaretin, duygusuzluğun, örnekleri olarak gösterilirdi. Kadınlar korkaklığın, çekinmenin, ayak işlerinin, duygusallığın örnekleriydiler. Bize yıllarca bu kavramları öğretip durdular.

Sen kızsın otur! , Sen erkeksin güçlü olmalısın! Kızlar erkeklerle konuşamaz! , Erkeklerin elinin kiri! , Aslan oğlum! , Karı gibi zırlama! , Erkek işi o karılar yapamaz! , Geç saatte kız kısmı dışarıda olmaz! , Gez toz eğlen oğlum! , Erkek dediğin bakar! , Abin ne anlar ev işinden! , Kısa giyin! , Etek giymiş aranıyor! ...

Bu ve bunlarca ahlaksız kavram. Bunları empoze edip kendilerince had bildiriyorlardı. Ne kadar da yanlış. Erkekler de ağlar, erkeklerde temizlik yapar, çocuk bakar. Kadınları yapabildiklerini erkeklerde yapabilir. Kadınlar da gezer, dolaşır, eğlenir. Kadınlar da cesaretlidir. Kadınlar da Erkeklerin yapabildiklerini yapabilir.

Ayrı cinsiyetlere sahip olmamız bize ayrıcalık veya eziklik tanımaz. Artık herkes bu bilinçlere sahip insanlar yetiştirmelidir. Bunu zorda olsa öğretmeliyiz. Kimse erkek çocuğu sünnet oldu diye bayram yapmamalıyken, kız çocuğu regli oldu diye tokat atmamalıdır.

Cinsiyetlerimiz bize ne yapıp ne yapmayacağımızı söyleyemez.

Erkekler ağlamaz diyorlardı...
Peki kollarımın arasında deli gibi ağlayan adam erkek değil miydi? O koca cüssesi, ben yıkılmam bakışlarının altında bir kalbi yok muydu? Vardı... O da insandı. Onun da güldüğü kadar ağlamaya hakkı vardı. Emre asla çekinmeden ağlıyordu. Bu beni sevindirdi. Çekinmeden ağlayabileceği bir omuz olduğumu hissettirmesi sevindiriyordu beni. Bu adam gelip bana sığınmıştı. Onlarca, yüzlerce kişi içeresinden beni seçmiş, bana sığınmıştı. Ona layık olmak istiyordum. O bana layık biri olduğunu kanıtlamıştı, ben kanıtlayabilmiş miydim, bilmiyorum. Kollarımın arasında sakinleşmesini bekliyordum. Onu bu kadar yaralıyan ne olmuş olabilirdi ki? Bu düşünce beynimi işgal etmiş, cevabını arıyordu. Fakat bir cevap bulamıyordu. Cevabı kollarımın arasındaki adamda saklıydı ama o da bunu söylemeye yanaşmıyordu. Ne yapacaktım? Bilmiyordum. Emre'nin biraz sakinleştiğini görüp geri çekildim. Yüzüne, o maviliklerine bakmak istiyordum. Eminim orada bir şeyler bulabilirdim. Başını öne eğdi, utanıyor muydu? Utanılacak bir şey yoktu ki, o da insandı ve onun da bir kalbi vardı. Onun da canı yanabilirdi. Bu çok doğaldı. Ellerimi çenesine getirip gözlerimi gözlerine diktim. Aynı onun yaptığı gibi. "İyi misin?", sesim yumuşak ve yardım sever çıkmıştı. Gözünden akan son bir kaç damla yaş, kalbime dökülen kezzap gibi yakıyordu canımı. Onu bu kadar üzen şeyi bilmek ve sorumlularını öldürmek istiyordum. Kafasını gökyüzündeki yıldızlara doğru çevirdi. Elleriyle son damla yaşları silip, derin bir nefes aldı. Kafasını tekrar bana çevirdiğinde konuştu, "İyiyim!", iyi değildi. Asla iyi olacak gibi durmuyordu. Bitik bir haldeydi. Parçalanmış, küçücük olmuştu. Onu ilk kez böyle görüyordum. Canım acıyordu. Biri beni bıçaklasa bu kadar yanmazdı canım. Mahvediyordu beni onu öyle görmek. "Hadi gidelim evimize." dedim. Gözlerinde ufak bir parıldama görmek bana umut vermişti. Onu çektiği bu acıdan kurtarabilirdim. Yarası her neden kanıyorsa tekrar iyileştirebilirdim. İnanıyordum. Elime yere düşen telefonumu alıp Emir'i aradım. Şu an araba kullanacak halimiz yoktu. "Alo!" , "Gel bizi al." dedikten sonra cevap vermesini beklemeden telefonu kapattım. Konuşacak gücüm yoktu. Sadece içimdeki acıyı çekmekle meşguldüm aynı Emre gibi...

"Ben gidiyorum, yarın tekrar uğrarım.", Emir'in de Emre'den bir farkı yoktu. Göz altları şişmiş ağladığını söylüyorlardı resmen. Suratını ilk defa bu kadar asık görüyordum. Gerçi bu suratı ikinci kez gördüğüm gerçeğini değiştirmiyordu. Bir şey olmuştu ve bu asla bildiğim bir şey olmadığı kesindi. Hatta sadece bu ikisinin bildiğini bile yemin edebilirdim. Emir'i kolundan tutup konuştum, "Neler oluyor? Sizi bu hale sokan şey de ne? İkiniz de bitik haldesiniz Emir! Emre'yi ilk kez böyle görüyorum. Gözlerinden ne kadar acı çektiği belli oluyor. Neler oluyor?", ses tonum sona doğru sert çıkmıştı. Emir baygın bakışlarla yüzüme bakıp konuştu, "Bunu söyleyecek insan içeride yatıyor." dedi. Emre'nin odasının kapısını göstererek. "Emir! Kes şunu. Emre bana bir şey söylemiyor, sen söyle bari." kısık bir sesle kavga ediyorduk. "Eylül... Bilmen gerektiği zaman abim sana söyler. Benden asla bir şey öğrenemezsin. Hadi görüşürüz.", dedi ve merdivenlerden aşağıya indi. Belliydi ağzından hiç bir şey almayacaktım. Bu durum canımı sıkıyordu. Eminim konu her ne ise beni de ilgilendiriyordu. Hafıza kaybıma bir kez daha sövdüm. Şu an her şeyi hatırlıyor olsaydım, benden bir şey gizlemeleri gerekmezdi. Düşüncelerimle olan savaşımı telefonumun bildirim sesi kesmişti. Arka cebimden telefonumu çıkartıp gelen bildirime tıkladım. Zeyneptendi.
"Canım, keyfin nasıl? Çalışanlar yardımcı oldular mı sana? İstediğin bir şey varsa söyle getirirler. Bu arada istersen avukat arkadaşım var danışman gerek bir şeyler olursa diye dedim yanlış anlama." yazdıklarını okuduktan sonra cevap yazmaya başladım. "Zeynepçiğim çok teşekkür ederim ama ben eve geri döndüm. Her ne yaşadıysak geçmişte kaldı. Emreden ayrılmayı düşünmüyorum. Teşekkür ederim tekrar. En yakın zamanda bekliyoruz seni.", yazıp gönderdim. Sonra telefonumu komple kapattım. Daha fazla bildirimlerle uğraşamazdım. Yavaşça Emre'nin odasının kapısını açtım. Uyuyordu. Fakat yüzündeki bitik ifade halen yerini koruyordu. Yavaşça içeriye girip açılan üzerini örttüm. Ellerimi saçlarına götürüp yavaşça okşadım. İlk kez onu uyurken görüyordum. Oturup saatlerce izlenecek bir manzaraydı. O kadar yakışıklı ve heybetli duruyordu ki sanki bir heykel gibiydi. Yavaşça anlını öptüm. Belki biraz olsun gerginliğini alır diye düşündüm. Odadan yavaşça çıkıp kapayı kapattım. Beynimdeki düşüncelerle nasıl uyuyacaktım bilmiyordum. Her adımımdan yorgunluk akıyordu. Bedenim yorgun, beynim yorgun, ruhum yorgundu. Odama girmeden bir merak sardı içimi. Üst katın merdivenleri duruyordu karşımda, daha önce hiç çıkmamıştım. Emre boş oda ve çalışma odasınının olduğunu söylemişti eve geldiğim ilk gün. 'Aradığım soruların cevabı çalışma odasında olabilir mi?' diye düşündüm. Merakımın sönmeyeceğini bildiğimden yukarıya doğru yürümeye başladım. Her basamakta kalbim daha hızlı atıyordu. Tırabzanı tutan elimin içi daha çok terliyordu. İçimden bir şey yukarıya çıkmamam gerektiğini söylüyordu. Nedenini bilmediğim bir gerginlik vardı üzerimde. Sesizce odamın tam üzerindeki kapıyı açtım. İçerisi odamın yarısı kadardı ve karanlıktı. Tedirgin oldum, yandaki ampulün anahtarına bastım. İçerisi cılız bir ışıkla aydınlandığında buranın boş olduğunu gördüm. Tekrar ışığı kapatıp odanın kapasını kapattım. Ortadaki kapıya geldiğimde buranın tuvalet olduğunu gördüm. Buranın da kapısını kapattıktan sonra sol tarafımdaki kapıya doğru yürüdüm. Aşağı kata göre iki odası yoktu ve odalar daha küçüktü, çatı katı olduğu için öyle olduğunu düşünüyordum. Son kapının kulpunu tutup aşağıya doğru çektiğimde kapı açılmadı. Tekrar zorladığımda buranın kilitli olduğunu anladım. Şaşırmamıştım. Benden her ne saklıyorlarsa ortada delil bırakmayacakları belliydi. Daha fazla oyalanmayıp odama döndüm.

"Göz yaşlarımın arasında Allaha yalvarıyordum. "Allahım ne olur babama bir şey olmasın!", babam asla uyuşturucu kaçakçılığı yapacak biri değildi. Kim neden bu iftirayı atıyordu anlamıyordum. Akan burnumu çekip, yalvarmaya devam ettim. Babamın dişiyle, tırnağıyla büyüttüğü, günlerce eve gelmediği, tüm senelerini harcadığı şirketine el konmuştu. Babamın kahrolduğunu biliyordum. Bunu bilmek beni daha çok kahrediyordu. Suçsuz yere adı lekelenmişti. Verdiği tüm emekler çöpe gitmişti. Mahvolan hayatımızı düşünmek dahi istemiyordum. Yanımda birininin varlığını hissettiğimde gözlerimi sildim. Yüzüme çarpan rüzgar, ıslanan yerleri yakmıştı. Üşümüştüm. Oturduğum bankın sol tarafına biri oturunca yüzümü o tarafa çevirdim. Beklediğim en son kişiyi görüyordum karşımda. Elindeki peçeteyi bana uzattı. Hiç düşünmeden elinden alıp burnumu sildim. Çekinmiyordum, şu an çekinmek düşüneceğim en son şeydi. "Merak etme, babanın yaptığına dair kanıt bulamamışlar.", adını Emre diye hatırladığım çocuk beni rahatlatmaya çalışıyordu. Hayat çok garipti. İlk kez birinden hoşlanmıştım ve pat sonumuz karakolda bitmişti. Halen niye gitmediğini anlamamıştım. 'Allahtan Emre vardı da bizi buraya getirdi.' diye geçirdim içimden. Gerçekten kumsaldan nasıl buraya gelmiştik beynim almıyordu. İki saat önce deli gibi eğlenirken şimdi nasıl deli gibi ağlıyordum anlayamıyordum. Hayat çok garipti, neler getireceğini bilemiyorduk. "Sen niye gitmedin?", bizi bıraktıktan sonra gideceğini düşünmüştüm ama beni yanıltmış saatlerce yanımızda kalmıştı. "Yardımcı olacağım bir şey olur mu diye kaldım." dedi. Nasıl yardımcı olacaktı bilmiyordum. Bana sadece babamın hapishaneden kurtarabilecek insanlar lazımdı. "Bence artık gidebilirsin. Bana babamı kurtaracak birileri lazım, sen babamı hapisten kurtarabilir misin ki?" dedim ağlamaktan çatallaşmış sesimle. "Sanırım onu çoktan hallettim." dedi. Duyduklarımı idrak edebilmem dakikalarımı almıştı. "Dalga mı geçiyorsun?", sinirli ve sorgulayıcı çıkmıştı sesim. "Hayır, babam davaya bakan savcıyı tanıyor, durumunuz hakkında bilgi aldı. Babanın mahkemeden sonra serbest bırakılacağını düşünüyor. Fakat Zeynep'in babası için durumlar hiç iç açıcı değil. Kayıp olması, suçu üstlendiği durumunu gösteriyor." dedi. Hakan amcanın bulunamamsı benim de garibime gidiyordu. Bir anda yapılan bu baskından nasıl haberdar olmuştu anlamamıştım. Zeynep'i geldiğimizden beri görmemiştim. O da mahvolmuş durumdaydı. Bir anda karakoldan çıkıp gitmişti. Arkasından gitmek istesemde annemi yalnız bırakamamıştım. Hem temiz havanın hem de Emre'nin söylediklerinden sonra rahatlamıştım. Fakat emin olamıyordum. Bunları nereden bildiğini tam olarak anlamamıştım. "Baban polis mi?", "Hayır, savcı." dedi. Şaşırmıştım. İlk kez kendimi bu kadar şanslı hissetmiştim. Tam da babama lazım olacak insandı. "Bize yardım edebilir mi?", diye sordum. Emre gülümsedi. "Çoktan etti bile, şu an içeride babanın sorgusunu izliyor." dedi. Gerçekten şaka gibiydi. Kimin başına böyle bir şey gelebilirdi ki. İçim mutlulukla doldu. Karşımdaki genç adama borçlanmıştım. Dayanamayıp sarıldım. "Çok teşekkür ederim. Borcumu en yakın zamanda ödeyeceğim. Çok çok teşekkür ederim." dedim gözlerimden bu sefer mutluluktan akan yaşlarla. "Hemen anneme haber vereyim." Arkamı dönmeden karakolun kapısına doğru koştum."

• • •

Merhabalar! Ekim'in 13.Bölümünü okudunuz. 100 kişi hikayemi okumuş. Bunu kutlamak istedim. Umarım daha çok insana ulaşır ve daha çok insan okur. Daha fazla uzatmadan, istemediğim konulara yavaşça giriş yapmak üzereyiz. Bunun sadece hafıza kaybıyla ilgili bir hikaye sananlar çok yanılıyorlar. Daha buz dağının görünmeyen kısmına gelmedik. 1 kişinin beğendiği bir kitabım var artık. O 1 kişi kimse çok teşekkür ederim, tam umudumu kaybediyorken bana umut verdi. Sırf o 1 kişi için bile bu hikayeyi bitirmeye karar verdim. Bunu hakediyor. 13. Bölüm biraz kısa oldu farkındayım ama geçiş bölümlerine girdik. Size hızlandırılmış bir geçmiş kısmını anlatmak istiyorum ki biraz daha gelecekteki kısım oturabilsin. Emin değilim ama geçmişi başka bir kitapta anlatmayı düşünüyorum şu sıralar. Eğer o zamana geldiğimizde istek olursa 2. Kitapı çıkarabilirim. Her neyse, bir önceki bölümü beğenen ilk kişi eğer bu satırlarıda okuduysan tekrar teşekkür ederim. Biliyorum uzun bir açıklama kısmı oldu, ben de açıklama kısımlarını okumadan geçerim hep ama okuyorsanız düşünceniz benim için önemli, hatta ona göre bile hikayeme ekleme çıkarma yapabilirim. O yüzden düşüncenizi yazmaktan çekinmeyin. İyi okumalar!

EKİM | Henry CavillHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin