• BÖLÜM 27 •

1.1K 63 28
                                    

17.03.2025

"Bir annenin duyabileceği en güzel sözü duymuştum. Canımın parçası, oğlum bulunmuştu. Güvenli ellerde beni bekliyordu. Bu bile nefes alışverişimi hızlandırıyordu. Gözlerimden akan yaşlar mutlulukla aktıkları için buna hiç alışık değillerdi. Acı, üzüntü, keder benim için normal bir duygu haline gelmişti. Mutluluk bu kadar kolay mıydı sahi? Tek bir cümleye mi bakıyordu? Evladını doğum masasında kaybetmiş bir annenin yaşayabileceği daha büyük acı olamazdı diye düşünürdüm hep. Aslında öyle değilmiş, en acısı evladının yaşadığını bildiğin halde ona kavuşamamakmış. En kötüsü de buymuş. Şimdi bu acının son bulduğunu duymak ne kadar iyi geliyordu anlatamazdım. Aynı yaşadığım acıyı anlatamadığım gibi. Zordu oğlum 3 yaşındaydı ve biz onu daha yeni görecektik. Ama asla kokusunu unutmamıştım. O koku cennet gibiydi benim için.", Pınar söylediklerimi bir bir not alırken konuştu, "Peki Eylül hanım, oğlunuzu ilk ne zaman gördünüz?", sorusuyla derin bir nefes aldım. Hayatımda asla unutmayacağım anılardan bir tanesi de oydu. Oğlumla ilk tanışma anım.

Günümüz

Koluma giren Emreye bakış attım. Heyecanlıydık. Oldukça heyecanlı. Karakolda ilerledikçe midemde uçuşan kelebeklere engel olamıyordum. Bu hissi unutalı yıllar olmuştu sanki. "Nasıl buldunuz?", diye sordum. Daha önce sormaya çekindiğim soruyu sormak üzerimden tonlarca yükün kalktığını hissetmek gibi gelmişti. "Ben değil Emir buldu. Vurulduğum zaman bir haber gelmiş. Tuttuğumuz ajanlar, Zeynep'in Amerikada kaldığı evi bulmuşlar. Evde Zeynep'in annesi ve bir tane oğlan çocuğu yaşıyormuş. O çocuğun bizim oğlumuz olduğunu tahmin etmesi zor değildi ama tam sonuç için DNA testi yaptırmalılardı. Emir, ben eve çıktıktan sonra Amerikaya gitmiş. DNA sonuçları çıkar çıkmaz oğlumuzu alıp getirdi.", dediğinde göz yaşlarım süzüldü. Emir'e artık can borcumdan fazlasını borçluydum. Emre beni durdurup sarıldı. Destek olmaya çalışıyor gibiydi. Bence daha çok benden güç almaya çalışıyordu. Çünkü biliyordum o da çok korkuyordu. Ekim'in bizi istememe düşüncesini aklımdan çıkartamıyordum. Bana kızarsa ne diyecektim? Beni nasıl bıraktın diye sorarsa ne söyleyecektim? Nasıl yüzüne bakacaktım? Bu düşünceler bile beni kahrediyordu. Geri çekildiğinde akan göz yaşlarımı sildi. "Sen ne zaman öğrendin?", diye sordum. Bunları sormak şimdi aklıma geliyordu. "Sen hastaneye gittikten sonra Emir aradı. Havalanındaydı ve yanında Ekim'in olduğunu söyledi.", Emre'nin kızarmış gözlerine baktım. Sonunda ilk kez o maviliklerinin parladığına şahit olmuştum. "Benim hamile olduğumu nasıl öğrendin?", arka arkaya sorduğum soruları anlayışla karşılıyordu. Hastaneden çıkalı daha iki saat olmuştu sormaya vakit bulamamıştım.
"Kızları aradığımda seninle buluşmayacaklarını söylemişlerdi. Telaşlanıp civardaki hastaneleri aradım. Kürtaj için randevu aldığını söylediler.", daha fazla konuşamadı. Biliyordum nasıl kürtaj olmayı düşündüğümü sorguluyordu. "Özür dilerim.", dedim göz yaşları içerisinde. Bunu düşünmem bile hataydı. Emre önüme düşen başımı kavrayıp kaldırdı. Gözlerindeki şefkat ve anlayışı görebiliyordum. "Hadi toparlanda gidip oğlumuzu alalım.", dediğinde gülümsedim. Dudaklarımın üzerine kondurduğu ufak bir öpücük beni motive etmişti. Şu an her şeyden önemliydi. Oğlumuza kavuşmamıza bir kaç adım kalmıştı. Emre elimi sıkıca tutup önden ilerledi. Adımlarımı korkarak attığım odanın kapısını tıklattı. "Girin.", içeriden gür ve sert bir erkek sesi geldiğinde kapıyı araladı. Aralanan kapıyla karşıma beyaz deri tekli koltukta oturan Emir çıktı. Gülen bakışlarıyla bize bakıyordu. Emir'in karşısındaki tekli koltukta ise arkası dönük ufacık bir erkek çocuğu vardı. Küçük ellerinde tuttuğu süt kutusunu görebiliyordum. Emre elimi bırakıp küçük çocuğa doğru yürüdüğünde, yandan Emre'nin ağladığını görmüştüm. Çocuğun mavi gözleri bize döndüğünde kalbimden vurulmuştum sanki. Nefesim kesilmişti. Kapının eşiğinde kala kalmıştım.

"Tatlı gülüş pek yaraşır,
        Gözleri ömre bedel..."

Taşlaşmış kalbimin gördüğüm küçük mavi gözlerle, çatladığına şahit olmuştum. Sanki kalbim kozasında kelebek olmayı bekleyen bir tırtıldı ve gördüğüm küçük mavi gözlerle kozadan çıkıp kelebek olmuştu. Nefesim kesildi. Küçük boyu, kıvırcık, kahverengi saçları, mavi gözleri, ufacık parmakları, her bir ayrıntısı aynı Emreydi. Emreye benzediğini tahmin etmiştim ama sanki onun küçüklüğü gibi olacağını tahmin etmemiştim. Aşık olduğum adam, canımın parçasının önünde dizlerinin üzerine çökmüş, Ekim sanki dokunmaya kıyamadığımız en değerli varlıkmış gibi bakıyordu. Oğlumun meraklı bakışları, babasının üzerindeydi. Kapının pervazını sıkı sıkı tuttum. Heyecanım, sevincim, mutluluğum, benim bedenim için fazlaydı. Ben bu duyguları aynı anda yaşamayalı uzun zaman olmuştu. Başım dönüyordu, mutluluktandı. Göz yaşlarım ilk kez acıdan akmıyordu. Ekim'in meraklı bakışları bana döndüğünde bir kez daha nefesim kesilmişti. Yanına gidip dokunup koklamak istiyordum ama bunun bir hayal olmasından korkuyordum. Yanına gidersem kaybolacakmış gibi hissediyordum. Hayalse bile gördüğüm en muazzam hayaldi. Ömür boyu bu hayalin içinde yaşamaya razıydım. "Siz kimsiniz?", küçük ses tonu hayattımda duyduğum en güzel şeydi. Kulaklarım bu sesin bağımlısı olmuştu şimdiden. "Emir amca bunlar annemle babam mı?", diye sorduğunda ayakta duracak gücüm kalmamıştı, pervaza dayanıp yere düştüm. Ellerimle yüzümü kapatıp hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. 'Anne' demişti. O küçücük dudaklarından anne kelimesi dökülmüştü. Başıma değen küçük eller hissettiğimde kafamı kaldırdım. "Neden ağlıyorsun?", yüzüme bakıp üzgün bakışlarıyla konuştu, "Ağlama lütfen.", dediğinde gülümsedim. "Sana sarılırsam belki ağlamam durur.", dediğimde gülümseyerek kollarını açtı. Küçük kollarının arasına girip, ufak bedenine kollarımı doladım.

Artık tüm dünyanın acısı silinip gitmiş gibiydi. İçimdeki alev alev yanan yangınım son bulmuştu. Gözlerimi açtığımda Emre ağlayarak bize doğru geliyordu. Bakışlarımı pencerenin önünde ağlayan Emir'e çevirdim. Ona o kadar çok şey borçluydum ki anlatamam. O bana verilecek en güzel şeyi vermişti. Oğlumu vermişti... Emre kollarını Ekimle bana doladığında tekrar gözlerimi kapattım. Tek isteğim bu anda donup kalmaktı. Kalbimin odaları dolup taşıyordu artık.

17.03.2025

Göz yaşlarım tekrar akmaya başlayınca Pınar ses kaydını durdurdu. "Biraz ara verelim.", dediğinde gülümsedim. "Teşekkür ederim.", dediğimde o da gülümsedi. Masanın üzerindeki elimi kavrayıp sıktı. "Eylül hanım, asıl ben teşekkür ederim. Çok zor olduğunu biliyorum. O yüzden acele etmemize gerek yok. Siz ne zaman hazır hissederseniz devam ederiz.", dediğinde göz yaşlarımı sildim. "Teşekkür ederim Pınar, bunları senden başkasıyla paylaşamazdım.", Hayatımızın her bölümünde insanlar gelip çıkıyordu. Pınarda Hayatımın güzel bir bölümünde tanıştığım kişiydi. Saygımı ve sevgimi kazanması hiç uzun sürmemişti. Sıcak kanlı ve samimiydi. Yaşadıklarıma da oldukça saygısı vardı. Bana getirdiği kitap teklifine aylarca hayır yanıtını versemde asla pes etmemişti. Bu kararlılığını gördükçe kendimi hatırlıyordum, aynı Ekim'in yaşadığını ve onu bulmak için uğraştığım zamanlarımdaki kararlılığımı görüyordum onda. Eminim onunda hayatı kolay olmamıştı, gözlerinde gördüğüm acı bunun kanıtı gibiydi. Belki de bu yüzden çok sevmiştim onu, onunda yaşadıklarının üstesinden gelmesiydi bizi bağlayan. "Anneciğim!", Ekim'in sesiyle başımı arkaya çevirdim. "Efendim, Anneciğim?", dedim gülümseyerek. Benim küçük oğlum oldukça haylaz olmuştu. Elindeki topla, yanımıza doğru geldi. "İşiniz bittiyse Pınar ablayla top oynayabilir miyim?", dediğinde kıkırdadım. Bakışlarımı Pınara çevirdiğimde, "Tabii ki oynayabiliriz Ekimciğim. Hem annende biraz dinlenmiş olur.", dediğinde Ekim koşarak Pınar'ın elini kavramıştı. Birlikte ileriye doğru gidip oyuna başlamışlardı. Gülümseyerek kollarımı birbirine doladım. Bakışlarımı hemen yanımdaki çınar ağacına çevirdim. Hep hayalini kurduğum ağacın altındaki uzun masanın yanında oturmak bana sanki cennetteymişim gibi hissettiriyordu. Çınar ağacı masanın baş köşesindeydi. Belki babam yaşamıyor olabilirdi ama baş köşeyi çınar ağacına doğru koymak, baş köşede sanki hep varmış gibi bana babamı hatırlatıyordu her zaman. Babamda bu ağaç gibiydi, bizi güneşin kavurucu sıcaklığından, sağanak yağmurdan, rüzgardan, korumuştu. İçimdeki tek acı babasızlığın acısı olmuştu. Zordu ama alışıyordum, ya da alışmış gibi yapıyordum. Artık ikisini de birbirlerine karıştırmıştım. Derin bir nefes aldım, ciğerlerime giren oksijenle gülümsedim, halen yaşıyordum. Bu sefer daha da mutlu hissediyordum. Çünkü öğrenmiştim, yaşıyorsam umut her zaman vardı...

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Sep 08, 2020 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

EKİM | Henry CavillHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin