Gözlerimi açmakta zorlanıyordum, uyanmak istiyordum, yaşadığım her şeyin bir rüyadan ibaret olmasını diliyordum.
Gözlerimi açtığımda kendimi, sevdiklerimle birlikte, yaşlı bir çınar ağacının altında akşam yemeği yerken bulmak istiyordum.
Baş köşede babam, sağından annem, solunda kucağımda oğlumla birlikte ben, yanımda Emre ve diğer tüm sevdiklerimiz. Arkadaşlarımız, kardeşlerimiz, anne ve babalarımız. Hepsi tek bir masa etrafında toplanmış, herkes gülerek, eğlenerek yemek yiyor. İşte istediğim tek şey buydu.
Babamın bana her defasında gururla bakan yüzünü görmek istiyordum. Torunuyla oynadığı oyunları izlemek istiyordum.
Bunların hiç biri gerçekleşmemişti, hayatım mahvolmuş ve ben sadece oturup izlemiştim. Hiç bir şey yapamıyordum, oğlum gitmişti, babam gitmişti, ben sadece arkalarından ağlamıştım.
Açamadığım gözlerimin arasından göz yaşlarım akmaya başlamıştı. Canım yanıyordu. Ruhumu almışlar gibi hissediyordum.
"Eylül? Güzelim?", Emre'nin sıcak sesi kulaklarımı doldurmuştu. Eliyle akan yaşlarımı silip, yanağımı okşuyordu. Zar zor açtığım gözlerim bulanık görüyordu. Emre'nin yakışıklı yüzünü görmemle tutmaya çalıştığım yaşların sayısı giderek artmıştı. "Eylül noldu? İyi misin?", değildim hiç iyi değildim. Ve en büyük korkum iyi olamayacak olmamdı. Emre beni kaldırıp başımı göğsüne yasladı. Bir eliyle saçlarımı okşarken diğeriyle sırtımı okşuyordu. Beni rahatlatmaya çalıştığını biliyordum. "Korkma güzelim her şey düzelecek.", düzelmeyecekti. Nasıl düzelebilirdi ki, babam yoktu, oğlum yoktu, en kötüsü yakınlarımızdan biri bunları bize yaşatıyordu.
Güven artık anlamını yitiren bir kelimeydi benim için, aynı mutluluk, huzur, sevinç kelimeleri gibi.
Benliğimde tek sahip olduğum kelimeler, korku, üzüntü, acıydı. Artık ben bu üç kelimenin şekil bulmuş haliydim.
İnsanın evladının ölmesinden daha kötü bir şey varsa o da kaçırılmasıdır. Yaşıyor olmasına sevinsemde, nerede, neler yapıyor, ağlıyor mu, gülüyor mu, ilk kelimesi ne oldu, ne zaman yürüdü, ne zaman koştu, bunların hiç birinin cevabını bilmiyor oluşum daha fazla canımı yakıyordu.
"Emre... ben oğlumu istiyorum, oğlumuzu istiyorum. Nolursun onu bul. Nolur. Nefes alamıyorum artık. Oğlumu istiyorum Emre, nolur onu bul."
Ağlayarak kurduğum cümleler bir annenin feryadıydı. Benim feryadım. Ben babasızlığın nasıl bir şey olduğunu öğrenmiştim, oğlum hem annesiz hem babasızdı. Bu acı onun küçücük bedenine zarardı, kaldıramazdı. Ben bile kaldıramıyorken o nasıl kaldıracaktı. Canımın parçasını istiyordum. Yanımda, koynumda istiyordum.
"Merak etme güzelim, bulucağım oğlumuzu, bulup sana getireceğim. Sen yeter ki güçlü ol."
•
Kolumda hissettiğim acıyla uyandım. Gözlerimi açtığımda tanımadığım bir adam kolumu tutuyordu. Korku birden tüm beynime işledi, "Kimsin sen? İmdat! Emre!", "Eylül hanım sakin olun.", kolumu hırsla elinden çektim. Emre birden salona girince, onu görmemle rahatladım. "Sakin ol güzelim, sadece doktor sana sakinleştirici veriyordu.", "Eylül hanım, evet bakın.", ilaç kutularını gösteriyordu. Emre yanıma gelip doktorla konuşmaya başladı, "Kusura bakmayın, bu aralar kendisi çok gergin.", "Yok önemli değil Emre bey, Eylül hanım izin verirseniz iğneyi yapayım." Emreye baktığımda kafasını olumlu anlamda sallıyordu. Geri çektiğim kolumu tekrar doktora uzattım. Doktor bey gülümseyerek elindeki iğneyi koluma soktu. Gözlerimi kapattım, damarımdan giren ilaç geçtiği yerleri yakıyordu. Ama bu umrumda değildi. Zaten acının kendisi olmuştum artık.
![](https://img.wattpad.com/cover/198749108-288-k403938.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
EKİM | Henry Cavill
Romantizm+18 ... Direksiyondaki sağ elimi arkadaki çantama doğru uzattım. İçerisindeki telefona ulaşan parmaklarım zaferle telefonumu kavramışlardı. Başarmıştım. Çantadan elimi çıkarıp üzerindeki arayan kişinin ismine baktım. ''EMRE'' yazıyordu. İşte ne oldu...