• BÖLÜM 10 •

1K 45 30
                                    

İki gün sonra

"Çok garip.", Emre okuduğu kitaptaki bakışlarını bana çevirdi. "Garip olan ne?" dedi sorgulayan bir ifadeyle. Elindeki kitapın bir sayfasını katlayıp yanındaki masaya koydu. Sonra ellerini koltuğun kolçaklarına koydu. Pür dikkat beni izliyordu. "Geçen hafta yataktan çıkamıyordum. Şimdi oturmuş kitap okuyorum. Sanki her şey normalmiş gibi. Hiç bir sorunumuz yokmuş gibi.", Emre sol elini yüzünü çıkarıp parmaklarıyla burun kemerini sıktı. "Her şey normale dönecek biliyorsun.", dedi. Sanki ne diyeceğini bilemiyor gibiydi. Haklı olduğumu o da biliyordu. Geçen haftayı yatakta Emre'ye kızgın bir şekilde geçirmiştim. Şimdi ise baş başa oturup kitap okuyorduk. Hayat çok garipti. Emre'nin telefonunun melodisi ortamdaki sessizliği bozmuştu. Emre, telefonu cebinden çıkarıp kulağına götürdü. "Alo?", "Hayır!", karşı tarafın ne dediğini anlamıyordum. Sorgulayıcı bir ifadeyle Emre'ye bakıyordum. "Emir." dedi kulağındaki telefonu uzaklaştırarak. "Bize gelmek istiyor. Seni görmek istiyormuş artık.", dedi. Kafamı olumlu anlamda salladım. Ben de onu merak ediyordum. Belki onu görmem yeni anıları hafızamda canlandırırdı. "Ben istemiyorum ama yengen tamam dedi. Yengen ne derse o gel o zaman.", dedi gülümseyerek, dalga geçtiği belliydi. "İstediğin bir şey var mıymış?", dedi Emre yine bana bakarak. Bir düşündüm canımın çektiği bir şey var mı diye. Aklıma gelenle sırıttım, "Çikolatalı kek." dedim. Emre cümlemden sonra ufak bir kahkaha attı. "Her zamankinden istiyor. Ben bir şey istemiyorum.", dedi. 'Her zamankinden',' Ben her zaman bunu mu istiyordum.' diye düşündüm. Emre kulağındaki telefonu çekip kapattı. Sonra kitabın üzerine koydu. Bana bakıyordu. Yine maviliklerini bana dikmişti. Böyle bakması beni rahatsız ediyordu. Ne düşündüğümü biliyormuş gibi hissediyordum. Bakışlarımdan kaçmak için konu açmaya karar verdim. "Sen işe gitmiyor musun? 2 haftadır yanımdasın da.", Emre sorumun üzerinde gözlerini devirip gülümsedi. "İzin aldım. Seni yalnız bırakmak istemedim.", "Bence devam edebilirsin. Hatta ben de devam etmeyi düşünüyorum. Babam kendini ne zaman iyi hissedersen gel demişti.", Emre'nin bir şey söylemesini bekledim, hiç bir şey söylemeyince devam ettim. "Evde boş boş oturmaktan çok sıkıldım. Başka işlerle uğraşmak istiyorum.", dedim. Halen açıklama yapıyordum. Emre derin bir nefes aldı. "Eylül, benden izin almana gerek yok, ben senin sahibin değilim. Ben senin kocanım. Aldığın her kararın arkasındayım.", şaşırmıştım. Ne kadar düşünceli bir davranıştı. Aslında olması gereken buydu. Erkekler bizim sahibimiz değildi. Ne yapmak istiyorsam yapardım. Benim hayatımdı. Evlenmek hayatımı yaşamama engel olacaksa hiç mantıklı değildi. Bazı düşüncelerimin 18 yaşımdaki gibi kalmasına çok seviniyordum. Bir de benim düşüncelerime saygı duyup destek olan bir eş seçmeme seviniyordum. Eğer Emre bana sahibimmiş gibi davransaydı, boşanacağımı biliyordum. Böyle bir ilişki olmazdı. İçimdeki feminist Emre'yi takdir etmekten kendini alamıyordu. Gülümsedim. "Teşekkür ederim.", Emre teşekkürümü duymamazlığa getirerek konuştu, "Yarın doktor kontrolün var değil mi?", "Evet.", Emre onaylar bir şekilde başını salladı. Yine sessizlik olmuştu. Bu bile bir şeydi, geçen haftaya göre bir adım ilerdeydik. "Yağmur yağıyor.", dedi Emre camı göstererek. Camdan dışarıya baktığımda yaz yağmuru çok güzel yağıyordu. İçimdeki çocuk deli gibi dışarı çık diye bağırıyordu. Kendime engel olamayarak ayağa kalkıp açık pencereden bahçeye çıktım. Yüzümü gök yüzüne çevirip, ellerimi açtım. Avuçlarımın içerisi yağmur suyu ile dolup taşıyordu. Toprak kokusu beni alıp götürüyordu. Gözlerimi kapattım. Göz kapaklarıma yağmur suyu çarpıyordu. Kendimi huzurlu hissediyordum. Her yağmur damlasında bana bir anıyı hatırlatmaya çalışıyordu. Zihnimdeki görüntüler bir bir gidip geliyordu,
' "Biriciğim, hasta olacaksın.", Emre'nin sesiyle arkamdaki pencereye döndüm. "Emre sende gel baksana ne güzel yağıyor." Emre gülerek yanıma geldi. Ona uzattığım elimi tutup kendine çekti. "Çok güzelsin!", dedi kısık bir sesle. Dudaklarımızın arasındaki mesafeyi kapattı. Dudakları dudaklarımı değince ellerim onun gibi yüzüne çıkmıştı. Emre'nin dudaklarından ağzıma yağmur suyu geliyordu. Aldığım haz bir başkaydı. Sırılsıklam olmuştuk. Geri çekilip Emre'ye baktım. "Bu dansı bana lütfeder misiniz Lordum.", dedim sırıtarak. "Elbette Leydim." dedi o da gülerek. Elleri belime ulaştı, bende ellerimi omuzlarına koydum.
"Seviyorum demek zordur her zaman
Boş bir laf gibi gelir..." Emre aşinası olduğumuz şarkının ilk kıtasını söyleyince ben de devamını getirdim.
"Dur söyleme yalnızca bak bana
Gözlerim söyler nasıl olsa...", Emre elini belime koyup beni eğince devam etti,
"Her günün akşamında
Seni çok çok seviyorum..." Tekrar eski halimize dönerken
"Gece göz kırparken duvarlara
Seni özlüyor ellerim..." dedim.
Emre elini elime koyup beni kendinden uzaklaştırınca bağırarak,
"Seni seviyorum
Bu gece ah gir kollarıma..." dedi.
Dönerek tekrar kollarının arasına girdim. Yüzü yüzüme çok yakındı,
"Yaşanan o duygularla
Öp beni ah bu gece
Bu gece öp beni..." dedim.
Cümlemin sonunda Emre dudaklarımızı çoktan birleştirmişti. Alışkanı olduğum orman kokusu şimdi yağmurla karışmıştı. Bu kokusu bile beni mahvetmeye yetmişti. Emre dudaklarımızı ayırırken, yağmurdan ıslanmaya devam eden yüzüme aşkla bakıyordu.
"Dur söyleme yalnızca bak bana." dedim. Mavilikleri kalbime işlerken. "Gözlerim söyler nasıl olsa." dedi. Seni seviyorum demeden ağzımızı açmadan yalnızca gözlerimizin içine bakarak da bir birimize sevdiğimizi söyleyebiliyorduk. Yağmurdan ıslanan saçlarından bir kaç damla yüzüme düştü. Yüzümdeki damlalar dudaklarıma kayıyordu, Emre de onları izliyordu. Bakışlarımı gözlerinden alıp dudaklarına çevirdim. Aramızdaki iki santimlik boşluğu kapatmış tekrar dudaklarımızı birleştirmişti. Avuçlarıyla sardığı elimi çekip yüzüne koydum. Dudaklarındaki sıcaklığı dudaklarımda hissedebiliyordum. Dudaklarımızı ayırıp konuştum, "Seni çok çok seviyorum." '
Saçlarımda hissettiğim nefesiyle zihnime gelen anıdan çıkmış, asıl dünyaya geri dönmüştüm. Arkama dönüp yüzümü Emre'ye çevirdim. Aramızda sadece bir adım vardı. Ne ara bu kadar dibime girdiğini anlamamıştım. Halen anı da mıyım, diye sorguluyordum kendimi. Emre'nin bakışları gözlerimdeydi. Benim bakışlarımda onun gözlerinde. 'Acaba hatırladığım anıyı mı düşünüyor?' diye geçirdim içimden. Düşen yağmur damlalarını silmek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Emre'nin bakışları bir saniyeliğine dudaklarıma kaymıştı. Benim bakışlarım halen gözlerindeydi. Açık mavi gözleri koyulaşmıştı. Aramızdaki son bir adımı atıp atmama konusunda tereddüt içerisindeydim. Beynim fişini çekmişim gibi hiç bir komut vermiyordu. Sadece salak gibi Emre'ye bakıyordum, Emre de bana bakıyordu. İsmini koyamadığım bir çekim vardı aramızda ve onu bozmaya ikimizden de bir hamle gelmiyordu. Yağmur damlaları saçlarından yüzüne akıyordu. Saçları anlına yapışmıştı. Sakallarından yağmur damlaları damlıyordu. Her bir damla ruhumu ona çekiyordu. Engel olamıyordum. Aramızdaki bir adımlık mesafeyi de attı. Dip dibeydik. Derin bir nefes aldım, mideme kramplar giriyordu. Midem bulanıyordu, başım dönmeye başlamıştı, kanımda dolaşan adrenalin seviyesi artmıştı. Heyecanlanmıştım. Yüzünü yüzüme yaklaştırırken gözlerimi kapattım. Nefesini dudaklarımda hissediyordum. "Abi!", ikimizinde kulaklarını üçüncü bir kişinin sesi doldurmuştu. Gözlerimi açtığımda Emre'nin yüzü önümdeydi, yüzümüzün arasında sadece milimler vardı. İşittiğim sesle kendime gelmiş aramızdaki bir adımlık mesafeyi tekrar aramıza koymuştum. Gözlerimi Emre'nin yüzünden çekip pencerenin açıklığında duran Emir'e çevirdim. Emir ona baktığımı görünce yanımıza geldi. "Siktir!", Emre'nin ettiği küfürle gözlerimi ona çevirdim. Suratıma bakıyordu, kaşları çatılmıştı. Şaşkınlıkla onu izliyordum, ilk kez küfrettiğini duymuştum. Ellerini yumruk yapıp arkasındaki Emir'e baktı. "Bölmüyordum umarım!", Emir'in sesindeki imayı anlamamak için salak olmak gerekirdi. Kollarımı önümde bağladım. Yüzümün kıpkırmızı olduğundan adım gibi emindim. "Şerefsiz.", Emre sessizce söylemişti ama ben duymuştum. Emir karşımızda sırıtarak bize bakıyordu. "Islanıyoruz hadi içeri gelin." dedi. Emir'in cümlesinden sonra içeriye girmiştim, arkamdan da Emre girmişti. "Ben üzerimi değiştireyim, geliyorum dedim.", Emir'e bakarak. Emre'ye bakmak istemiyordum. Utanıyordum. Emir'in cevap vermesini beklemeden merdivenleri çıktım. Merdivenlerin sonunda yer alan odamın kapısından içeriye girip kapattım. Yüzüm alev almış yanıyordu. Arkamdaki kapıya sırtımı yaslayıp, derin derin nefesler aldım. Emir bir dakika daha geç kalsa olacakları düşünmekten kendimi alamıyordum. Bu bir hataydı. Aramızdaki beton duvarı ne ara bu kadar çabuk yıkmıştı? Ben nasıl buna izin vermiştim? Bu kabul edilir gibi değildi. Az kalsın çok büyük bir hata yapıyordum. 'Büyük hata kocanı öpmek mi' diye konuştu duygusal tarafım. 'Büyük hata tanımadığın bir adımı öpmek' dedi mantıklı tarafım. 'O tanımadığın adam senin kocan, düne kadar defalarca öptüğün adam' dedi duygusal tarafım. İyice duygu karmaşasına sürükleniyordum. Yine beynimin içinde savaş çıkmıştı. 'Ama artık senin için bir yabancıdan ibaret' dedi mantıklı tarafım. Asla susmuyorlardı. Duygularım, anılarım, hislerim, hormonlarım birbirine girmişlerdi. Ben de bunların içeresinde sağ çıkmaya çalışıyordum. Yüzümü ellerimin arasına koyup, sakinleşmeye çalıştım. Biraz bekledikten sonra üzerimi değiştirmek için giyinme odasına girdim. Siyah kotumla bir tane mavi kapüşonlu sweatshirt alıp giydim. Banyodan bir tane havlu alıp ıslak saçlarımı kurutmaya çalıştım. Arkadan ufak bir topuz yapıp kapüşonu kafama geçirdim. Yüzümün kızarıklığını biraz olsun örtmüşlerdi. Ellerimi cebime sokup aşağıya indim. Salona girdiğimde gözümün önüne ilk koltukta beyaz atleti ve boynunda havlusuyla oturan Emre çarptı. Gözlerimi hemen başka yöne çevirip, Emre'ye en uzak olacak koltuğa oturmuştum. "Hoşgeldin." dedim. Beni gülen gözlerle izleyen Emir'e, "Çok hoş buldum yengeciğim." dedi sırıtarak. Yine az önceki basılmamızı hatırlatarak. Gözlerimi devirdim. "Sen beni hatırlamazsın ama Arslanoğullarında en çok sevdiğin akraban benimdir." dedi muzipçe sırıtarak. Narin hanım elindeki tepsiyle içeriye girdi. "Eylül hanım kızım sen de çay ister misin yoksa kahve mi istersin.", dedi Narin hanım elindeki çay bardaklarını Emir ve Emre'nin önüne koyarken. "Ben kahve alayım Narin teyzeciğim." dedim. Narin hanım gülümseyerek başını salladı, elindeki kek tabağını önüme koyarken. "Ee, yengeciğim hatırlama işleri nasıl gidiyor?", diye sordu Emir. Önümdeki çikolatalı kek tabağını kucağımı alırken konuştum, "İyi ve zor. Hatırladığım her anı arkasında büyük bir baş ağırısı bırakabiliyor." dedim. Emre hiç söze girmiyordu ama bakışları üzerimdeydi. Bu daha çok kızarmama sebep oluyordu. "Sen neler yapıyorsun?", dedim Emir'e bakarak. "Ailenin hayırsız evladı olmaya devam ediyorum." dedi göz kırparak. "Levent beyin davasına bakıyordun ona ne oldu?", dedi Emre konuşmaya dahil olarak. Önümdeki keklerden bir tanesini ağızıma tepiştirirken göz ucuylada Emreye bakıyordum. Üzeri halen ıslaktı. Üstündeki tişörtünü çıkartmış, sporcu atletiyle oturuyordu. Fakat o da ıslaktı. Sporcu atletin örtemediği kasları tüm heybetiyle ortada duruyordu. Göğsündeki kılların bir kısmı görünüyordu. Ağzımdaki kekle birlikte Emreyi izleyerek eriyip bitiyordum. Emre gözlerini bana çevirince yutmaya çalıştığım kek boğazımda kalmıştı. 'Acaba onu seyrettiğimi anlamış mıydı?' diye düşündüm. 'Umarım anlamamıştır.' Bir kaç öksürükten sonra lokma boğazımdan aşağıya düşmüştü. Herkes iyi olduğuma kanaat getirip kendi aralarındaki konuşmaya devam etti. Ben de önümdeki tabaktan ikinci dilimi almıştım. "Levent'in davasının yanında bana kitlediğin soruşmayla uğraşıyorum." dedi Emir. Aralarındaki konuşmayı çok takip edemesem de arada bir konuştuklarını dinliyordum. İçeriye Narin hanım mor renkli kahve kupasıyla girdiğinde ona gülümseyerek baktım. "Afiyet olsun." dedikten sonra içeriye dönmüştü. Tekrar göz ucuyla Emreye baktığımda Emire bakıyordu. Islak bir şekilde niye halen oturuyordu ki, istemsizce gözlerim ona kayıyordu. Emre elini kaldırmış hararetli bir şekilde Emir'e bir şeyler anlatırken ben de ortaya çıkan kol kaslarını seyrediyordum. Bacağım kadar kol kasları vardı. Resmen öküz gibiydi. Tabaktaki üçüncü dilimide alıp ısırdım. Böyle oturması gözlerime zarardı resmen, göz kapaklarımı kapatmadan onu seyrediyordum.

EKİM | Henry CavillHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin