evin içinde hızlı hızlı hareket eden ayak seslerini duydum. odamdan çıktığımda Ashton'un mutfakta dolaşıyor olduğunu gördüm. "aaa! günaydın, güzel kızım." gülümsedim ve yanına yaklaştım. "günaydın Ash. çok hareketlisin bugün. ne oldu?" etrafıma bakındığımda bir piknik sepeti gördüm. "pikniğe gidiyoruz. seni çok güzel bir yere götüreceğim." kaşlarımı kaldırdım. "öyle miiii?" kafasını salladı. "bizimkiler de gelseydi.." deyince işini bırakıp yüzüme baktı. "ne o? benimle yalnız kalmak istemiyor musun?" kafamı hayır anlamında salladım. "saçmalama. yardım edeyim mi?" buzdolabını işaret etti. "içecekleri çıkarabilirsin." içecekleri çıkartıp Ashton'a döndüm. "ben üzerimi değişip geleyim o zaman." döndükten sonra bana dediği şeyleri yaparken o da sepeti hazırlıyordu. özenliydi. her şeyin tam olduğunu söyledikten sonra hızla evden çıktık.
yaklaşık yarım saatlik bir araba yolculuğundan sonra şehrin biraz dışında durduk. çevresi ağaçlarla kaplı orta boy bomboş bir göl gördük. heyecanla Ashton'a döndüm. "burası çok güzel!" bana gülümsedi. "seveceğini biliyordum." arabanın bagajından sepeti aldı ve bir çantayı bana uzattı. "içinde bikinilerin var, arabada giyin istersen." Ashton beni arabanın yanında bırakıp sepeti alarak göl kenarına doğru ilerledi. arabanın içine girip üzerimdeki elbisenin içine bikinilerimi giydim. hızla koşarak Ashton'un yanına gittim. "burada yüzülüyor muymuş?" sepettekileri örtüye boşaltırken kafasıyla onayladı. "evet, yüzeriz istersen." kendimi örtünün üzerine atıp suratına baktım. "nereden geldi aklına?" kendini karşıma attı. "böyle yerler görünce aklıma sen geliyorsun. uzun süredir beraber ev dışında vakit geçirmiyorduk." örtünün üzerine uzandım. "bu aralar çok tatlısın." kafasını yanıma koydu. "konu sen olunca hep böyle değilmişim gibi konuşuyorsun." gülümsedim. gökyüzüne bakarken karnımın guruldadığını hissettim. "acıktım ben." yerinden dikelip sepetin içinden iki tost ve iki bardak çıkarttı. onları örtünün üzerine koyup bana baktı. "meyve suyu mu, kahve mi?" elimle kahveyi işaret ettim. çok konuşmadan kahvaltımızı ettik. "buraya ara sıra gelelim mi Lena?" kafamı salladım. "çok güzel. lütfen gelelim." gülümsedi. tabağın içindeki kirazlardan birini ağzına attı. tabaktaki çileklerden birini bana uzattı. "bir gece burada kamp yapalım mı Ash?" etrafına baktı. "çok sakin değil mi?" sırıttım. "korkuyor musun yoksa? korkma ben korurum seni." gülümsedi.
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
llenaxx: pastoral🥂 örtünün üzerine uzanıp kolunu kenara doğru açtı. koluna yattım ve yüzümü ona doğru döndüm. yukarıya doğru kafamı kaldırınca yüzlerimiz arasındaki mesafenin kısalığını fark ettim. bozmadım. nefesi dudak üstümü ısıtırken konuşmadan ona baktım. çok iyi görünüyordu. "şu an çok huzurluyum Lena. her şeyden kaçıp sana sığınıyorum." yüzünü okşadım. bir şeylerin onu rahatsız ettiğini hissediyordum, ama son ana kadar söylemeyeceğini de biliyordum. "her zaman bana gelebilirsin." kafamı hafifçe kaldırıp dudaklarımızı birleştirdim. bu farklıydı, şimdiye kadarki bütün öpüşmelerimizden farklı. seks öncesi gibi hızlı ve aceleci değildi. daha uzun, daha yavaş ve daha yumuşaktı. kafamı çekip yüzüne baktığımda bana kilitlenmişti. derin bir şekilde nefes aldığında bu anın büyüsünü algılamaya çalışıyordum. buna vaktim kalmadan Ashton dudaklarımızı tekrar birleştirdi. bu sefer biraz daha vahşi ama hala yavaş ve yumuşaktı. birbirimizden ayrıldığımızda Ashton'un da kızardığını fark ettim. "özür dilerim Lena. ne olduğunu anlamadım." kafamı 'hayır' anlamında salladım. bu konuyla ilgili konuşmak istemiyordum. "biraz uyuyalım mı? uykum geldi benim Ash." kafasını sallayarak onayladı. bacaklarımı karnıma doğru çekip iyice bedenine sokuldum. "üşürsen söyle Lena." mayışmış bir şekilde kafamı salladım ve ellerimi birleştirip göğsüne yerleştirdim. kokusunu iyice içime çektim. Ashton'un tek eli kibarca saçlarımda gezerken kendimi uykuya teslim ettim.