Hava buz gibi o kadar soğuk ki kirpiklerim bile donmak üzereydi...
Derin bir nefes veriyorum dışarıya nefesim buhar haline geliyor, yavaş yavaş dağılıyor sonra havaya karışıyor. Gözlerim yavaşça kapanmaya başlıyor göz kapaklarım ağırlaşıyor engel olamıyorum.
Çok soğuk, o kadar soğuk ki doğru düzgün düşünemiyorum bile. Saat kaç,neredeyim,ben kimin? Düşünemiyorum...
Çok sessiz burası sadece fırtınalı rüzgarın uğuldayan sesi kulaklarımda. Kar yağıyor büyük taneler halinde, sanki üstümü kapatmak istercesine hızla bastırıyor kar.
Belki de Tanrı ilk defa acıyor halime ve ölüme terk ediyor minik bedenimi.
Ölüm... Bu kadar kolay mı olacaktı? Uykuya dalar gibi hiç bir şey hissetmeden mi ölecektim? Her zaman söylemezler mi ölüm acı verici bir şey diye. Belki de tanrı ilk defa acıyor halime, ızdırapsız bir ölümle geliyor bana.
Bütün vücudum uyuşmuş gibiydi kıpırdayamıyordum. Ayak ve el parmaklarım sızlıyor sanki iğne batırıyorlarmış gibi hissediyordum.
Yaslandığım ağaçtan aşağıya doğru kaymaya başladı bedenim, gözlerim kapandı ve küçük bir gülümseme ekledim yüzüme. Sanırım uzun zaman sonra ilk defa huzurla uyuyacaktım.
İlk defa ve son kez...
Gözlerim kapalıyken daha da iyi duyabiliyorum şimdi rüzgarın güçlü sesini. Ama bir ses duyuyorum karda yürüyen birisi var. Ses daha da yaklaşıyor bana buraya benden başka hangi aptal gelebilir ki?
"Aman tanrım lütfen gözlerinizi açın." Duyduğum ses bu sessiz boşluk da bir ninni gibi gelmişti kulağıma. Hem erkeksi hem naif nasıl çıkabilirdi ki bir ses?
Üzerime kalın bir şey örtmüştü ve kollarıyla beni sarmıştı. Ölmek üzereydim ama beni kurtarmaya gelmişti neden? Ölmeyi bile başaramamıştım.
Gözlerimi zar zor açtım ve karşımda güneş sarısı saçlarla bana doğru endişeyle bakan gözleri gördüm. Endişeyle, benim için kim endişelenirdi ki? Ben işe yaramaz ve sevilmeyi hak etmeyen biriydim. Benim için endişelen kişiler çoktan bırakıp gitmişti beni.
Saçlarının arkasında kalan güneş ışığı yüzüme vurmuştu, küçük de olsa bu bile yetmişti ısınmama. Güneşin vurduğu saçları daha da parlamış ve sarı olan saçları daha da açılmıştı. Güneşi de beraberinde getirmişti bu adam. Mucize gibiydi tanrı bu kadar kolay ölmemi istemiyor olmalı.
Adamın esmer yüzüne baktım hayranlıkla, pürüzsüzdü nasıl bu kadar kusursuz olabilirdi ki?
Dudakları dolgundu ve soğuktan morarmıştı. Her bir detayı çok güzeldi, benim aksime...Daha iki dakika önce ölmeyi düşünüyordum şimdi ise biri çıkıp bana yaşamayı vadetmişti. Ama ne kader ızdırap içinde yaşayabilirdim ki? Ben mutsuzluğa ve ölüme mahkumdum...
"Neden ölmeme izin vermedin ki kış güneşi?"
Dilim zor dönmüştü o kadar kurumuştu ki ağzımın içi zor konuşmuştum. Son sözlerim olmuştu bunlar. Göz kapaklarım tekrar ağırlaştı ve gördüğüm son görüntü benim için endişeyle bakan bir çift göz olmuştu. Tüm bilimcimi kaybedip kendimi karanlık boşluğa bırakmıştım...
İlk defa bir bts fanfic işine girişiyorum umarım severek okursunuz. Bu giriş gibi bir şeydi aslında kısa tutmam bu yüzden. Hatalarım varsa affola. Unutmadan MinJoon'u çok sevin💜
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kış Güneşi ☼ NamMin✔️
Tiểu Thuyết Chung"Neden ölmeme izin vermedin ki kış güneşi?" Bir fırtınada beyaz karların üstünde ölümü bekleyen minik bedeni bir mucize gibi gelen güneş saçlı bir adam kurtarmıştı. Ölümden kurtarmış yaşam vadetmişti küçüğe. İkisinde öğrenecekleri çok şey vardı birb...