Namjoon babasının karşısında ki deri koltuğa oturdu ve gözlerini adama dikti. Babası yüzüne bakmıyordu bile, bir yıla yakın oğlunu görmemesine rağmen bakmaya tenezzül bile etmiyordu. Babası böyleydi işte çocukluğundan beri oğullarına ama özellikle de Namjoona hep katı olmuştu.
Taehyung doğunca annesi biricik küçük oğluna kıyamadığı için Namjoona yapılan hiç bir şeyi küçük oğluna yaptırmamıştı. Namjoon hiç bir zaman anlamamıştı annesini, neden kendisine bu kadar tiksinç davrandığını.
Çok uzun zaman olmuştu bunu düşünmeye bırakalı aslında. Anne baba sevgisi hiç görmemişti Namjoon. Kalabalığın içinde yalnız kalmıştı. Yanında bir sürü arkadaşı vardı ama aslında hiç biri kendi kurduğu arkadaşlıklar değildi. Hepsi babasının yakın olduğu saygıdeğer insanların çocuklarıydı ve küçüklükten arkadaş olmuşlardı.
Hepsi teker teker çok iyi insanlardı ama ne kadar kendine itiraf edemese de kendi içlerinde bölünüyorlardı. Yoongi hep Hoseokla birlikte olmuştu ne kadar işlerinde ortak olsalarda Namjoon hep dışlanmıştı aralarından. Seokjin zaten kendi halinde takılırdı, oyunculuk eğitimi alıyordu ve ortamı daha farklıydı. Çevresi onlara benzemiyor ve ilgi alanları çok aykırıydı.
Jungkook ise aralarında Namjoona en çok değer verendi en azından kendi öyle hissediyordu. Kendi öz kardeşinden bile daha yakın ve candandı. O doğdunda Joon ilkokula gidiyordu okul çıkışlarında hep onlara gider küçük yeni doğmuş bebeği görmek için kalbi heyecanla dolardı. Bayan Jeon kendi annesi gibi değildi, Namjoonun hep başını okşar ona yaptığı çikolatalı kurabiyelerden verirdi.
Taehyungla aralarında az bir yaş farkı vardı aslında ama annesi hiç küçük kardeşini sevdirmez ve dokundurtmazdı. Ama bazen annesi uyuduğunda ondan gizli odasına girer küçük parmaklarını parmağına dolamasına izin verirdi.
Böyleydi işte hayatı bir şekilde hep kendiyle yalnız kalırdı. Üniversiteye başladığında ailesinden ayrılmıştı ve hayatının en doğru kararını verdiğini düşünüyordu. Ailesine ihtiyacı yoktu, Joon için şu an sadece Jimin vardı. Onunla bir aile kurmak ve buradan uzakta yaşamak istiyordu...
"Bu rezilliği hemen açıkla. Kesin yine bizi düşürmek adımızı kirletmek için seni kullanıp iftira atıyorlar." Babası parmaklarıyla şakağını ovdu ve deri koltuğunda arkaya yaslandı.
"İftira değil yazılanların hepsi doğru."
Kendinden emin bir duruş sergiledi Namjoon ve babasının gözlerine ikinci defa bu kadar cesaretli baktı. İlki evden ayrılmayı söylediğinde olmuştu."Sen ne dediğinin farkında mısın lan?! Bir yıl başka bir yere gittin diye ibne mi oldun?"
Namjoon sinirle soludu ve dişlerini sıktı. Babası fazla muhafazakar biriydi ve bu durumu hoş karşılamayacağını zaten biliyordu ama umurunda bile değildi şu an."Bu benim tercihim! Seni ilgilendirmiyor ve ben onu çok seviyorum." Söylediğim şeyle kahkaha attı ve ayağa kalkıp bir iki tur yerinde yürüdü.
"Sikerim senin tercihini! Sen Kim Namjoonsun. Korenin en ünlü ve zengin mimarının oğlusun. Evden ayrıldın bir şey demedim, kafamı dinleyeceğim uzaklaşacağım dedin yine bir şey demedim ama artık yeter."
Namjoon da ayağa kalktı ve ellerini saçlarından geçirdi.
"Kim olduğum umurumda değil! Bana karışamazsın yetişkin bir adamım kendi şirketim var kendi prest-." Babası sözünü kestiğinde oğlunu baştan aşağıya süzdü ve yanına geldi.
"Çocuğu araştırdım." Namjoon duyduğu şeyle dona kaldı boğazı düğümlendi. Babası her zaman bir adım öndeydi.
"Park Jimin, 24 yaşında üniversite terk. Ailesi 6 sene önce ölmüş öldükten sonra maddi sıkıntı yaşamış. Sana neden geldiği anlaşılıyor bence."
Masanın üzerine oturdu ve oğluna imayla baktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kış Güneşi ☼ NamMin✔️
Tiểu Thuyết Chung"Neden ölmeme izin vermedin ki kış güneşi?" Bir fırtınada beyaz karların üstünde ölümü bekleyen minik bedeni bir mucize gibi gelen güneş saçlı bir adam kurtarmıştı. Ölümden kurtarmış yaşam vadetmişti küçüğe. İkisinde öğrenecekleri çok şey vardı birb...