Selamün aleyküm bacımsular✌
Yıldızı okşayalım vee bölüme geçelim♡
◆ ◆ ◆
Anneannemin bize pencereden el işareti yapmasıyla birlikte bahçede daha fazla oyalanmamaya karar verip içeriye, yani eve girdik. Merdivenleri dedemle birlikte soluk soluğa tırmandıktan sonra anneannemin kapıdan o tontik suratını görmemle birlikte sarılmam bir oldu.
"Oy kuzuum çok özlemişim. Nasılsın, niye hiç gelmiyorsun buralara?" diyor özlemle. Onun o kırmızı ve tombul yanakları gülümseyince daha da bir tatlı duruyordu.
"Anneannem valla okulum olmasaydı çoktan gelirdim ama biliyorsun daha yeni bitti." dedim gülümseyerek içimdeki burukluğu belli etmeme çabasıyla. Onları da üzmek istemezdim.
"Biliyorum kuzum. Neyse iki ay boyunca burada kalacakmışsın duyduğum kadarıyla, bir sorun mu var hayırdır?" diye sordu bu sefer endişe kırıntıları barındıran sesiyle. Tam ağzımı açıp bir sorun olmadığını söyleyecekken dedemin anneanneme sitem etmesiyle konuşamadım.
"Hatice bir bırak kızı yahu nefes alsın. Kapının önünde kaldık böyle!"
"Aman iyi be. Ne karışıyorsun sen, geç içeri torunumla konuşacağım belki." dedikten sonra kapıdan çekildi ve içeri geçmemiz için müsaade etti.
"Torun gelince unutulur da olduk. Öyle olsun Hatce." diyince kendimi tutamayıp gülmeye başladım. Hatice değil de Hatce diye seslenirdi hep anneanneme.
Anneannem göz devirip sabır dilerken birlikte oturma odasına geçtik. Burada kanepe yoktu ve heryer şark odası olarak döşenmişti. Yerdeki eski desenlere sahip kumaşlarla dikilen minderlere otururken anneannem de gelip yanıma besmele çekerek oturdu. Camlar yerden olduğu için şu an köyün her yerini görebiliyordum. Bir de ikinci katta olunca manzara daha güzel oluyordu tabii.
"Nasıl gidiyor okul, neler yaptın anlat hele." deyince beynimin içindeki düşünceler birbirleriyle çetin bir savaşa girdi. Anlatmalı mı? Anlatmamalı mı? Anlatsam üzülürdü daha ilk günden. Anlatmasam illaki anlardı fakat ilk günden moralini bozmak istemediğim için daha sonra anlatmaya karar verip biraz derslerden biraz da arkadaşlardan bahsettim.
"Ne olsun işte anneannem valla derslerle uğraşıp durdum. Hele ramazanda çok zoruma gidiyordu okula gitmesi ama şükür bitti. Liseyi de bitirdik sonunda." yanaklarımı gülümsemeye zorlarken resmen seyiriyordu. Anılar bir bir gözlerimin önüne gelince gülümsemek daha da zor bir hâl almıştı.
"Sen niye erken geldin daha okulların kapanmasına iki hafta var diye biliyorum ben?" diye soran anneanneme düşünceli gözlerle baktım. Ben fark etmez diye düşünmüştüm.
"Senin nereden haberin var ki iki hafta sonra bittiğinden?"
"E bizim komşu Raziye'nin torunu daha gelmedi de ondan. İki gün sonra okullar kapanınca gelecek dedi. Zaten kapandığı günden bir gün sonra da bayram."
"Ha olabilir ya ben erkenden aldım karnemi köye geleceğim diye. Birkaç gün erken almaya izin veriyorlar bazen ısrar edince." dedim gülümseyerek. Yalan söylemiş olmak beni fazlasıyla huzursuz ederken nasıl olsa sonra anlatacağım deyip kendimi kandırmaya çalıştım.
"İyi hadi madem. Gel dedene bir bakalım. Sonra da bahçeye iner domates biber toplayıp salçalı bulgur pilavı yaparız iftara. Seversin değil mi?" diyince heyecanla kafamı salladım. Anneannemin o salçalı bulgur pilavını yerken lezzetten kafa bulabilirdiniz. Çocukluğumdan beri sadece anneannem yaptığında favorim olan yemektir.
"Yanına da buz gibi tuzlu bir ayran yaparız. Ooh mis gibi!" derken gülerek ayağa kalktık ve oturma odasında olan dedemin yanına gittik. Orada dedem trip atarken anneannem de ona neden saçma sapan bir şeyden dolayı trip attığıyla ilgili sorular sorup dalga geçiyordu. Onları uzaktan huzurlu bir şekilde izledim.
Anneannemin o çiçek desenli koyu renklerin hakim olduğu eteği, siyah renk badisi ve koyu kahve rengindeki başörtüsü. Sonra o tontik, hastalığından dolayı kırmızı olan ama onu çok sevimli görsteren yanakları ve gülümsemesi. Dedemin bembeyaz olmuş sakalları ve yarı kel kafasını altına giydiği şalvar ve gri gömlek tamamlıyordu. İkisi tatlı tatlı atışırken ne ara vaktin geçtiğini anlayamadan iftara az kaldığını öğrenince anneannemle bahçeye indik. Ferace yerine üstüme etek ve gömlek giymiş, üstüne de siyah, uzun yeleğimi giymiştim. Gündelik tülbentlerden birini de başıma geçirdikten sonra bahçede ekinlerin arasına girip o ince yolu takip ettim. Kırmızılaşan ve o mis gibi kokan domatesleri teker teker toplarken anneannem de biberleri toplamıştı.
Yukarı çıktığımızda anneannem pilavı yaparken ben de süzme yoğurtla birlikte dolaptan aldığım buz gibi suyla ayranı yapmıştım. Biz sofrayı kurduktan beş dakika sonra ezanın da okunmasıyla iftarımızı açmıştık. Karnımızı doyurduktan sonra ben sofrayı kaldırıp bulaşıkları yıkamaya girişirken ne kadar göndermeye çalışsam da anneannem da yardım etmişti. Köy yeri olduğu için bulaşık makinesi olmadığından elimizde yıkıyorduk.
Anneannemi içeriye gönderdikten sonra çayı da demleyip ben de yanlarına geçmek için harekete ettim. Tam mutfaktan çıkmıştım ki telefonumun çalmasıyla, siyah mevlana model eteğimin cebinden telefonumu çıkarıp arayanın kim olduğuna baktım.
"Random Çocuğu Arıyor..."
Yüreğimde bir ateş belirip yine ruhumu kavururken, göğsüm yine daralmıştı. Kalbim hızla çarparken tekrar aramayı reddetmek için elimi tuşa götürdüm ve reddettim. Ne konuşacaktık ki? Benim nasıl bir insan olduğum ve onu kandırdığım hakkında mı?
Suratım istemsizce asılırken kendimi gülmeye zorlayıp oturma odasına yanu Edi'yle Büdü'nün yanına geçtim. Onları üzmeye ve endişelendirmeye hakkım yoktu. Tamam belki dedem fark etmezdi ama anneannemin gözünden hiç kaçmazdı.
Onlarla birlikte televizyon izlememin ardından yarım saat geçmişti ki izlediğimiz aksiyon filminin en heyecanlı yerinde telefonum yine çaldı. Göz ucuyla bakarken arayan kişinin yine Melike olduğunu anladım.
"Random Çocuğu Arıyor..."
Yeni mi aklı başına geliyordu? Bana kendimi kanıt bulmak zorunda bıraktırdıktan sonra mı? İlla somut bir kanıt mı gerekliydi ona? Benim tek bir sözüme güvenmiyor muydu? Bana güvenmeyen ve dinleme gereksinimi duymadan yargılayan birine ihtiyacım yoktu.
Aramayı reddederken anneannemin bakışları soru sorar gibiydi. Ben de bunun üzerine açıklama yapma gereği duymuştum.
"Bir arkadaşım ya, önemli değil." dedim elimi havada sallayarak umursamaz bir hava vermek adına. O da tamam dercesine başını salladı ve hepimiz tekrar filme vermiştik odağımızı. Bombanın patlamasına on saniye kala bütün dünyayı kurtarmıştı başrol ne hikmetse artık! Hep dünya kurtulurdu zaten filmlerde. Hem de bunu başrol tek başına yapardı.
Vay arkadaş, bu nasıl bir hayal gücüdür yahu?
O gün çay eşliğinde film izledikten sonra bayrama iki gün kaldığından dolayı anneannemle evleri temizlemiştik. Annemgil ve teyzemgil bayramın ikinci günü burada olacaklardı. Ayrıca burası büyüklerin evi olduğundan misafiri de çok oluyordu. Anneannem komşularla baklava yaparken benim vaktim de ev temizlemek ve onlara çay demlemekle geçmişti. Bu iki gün içerisinde sınıf arkadaşlarımdan çoğu beni aramış ama hiçbirini de yanıtlamamıştım. Melike ise on kere daha aramış ama yine konuşmamıştım.
Bayramın ilk günü iki dayım vardı bizim evde. Sevmediğim kuzenim Hatice'yi görmek zorunda olduğum için moralim bozuk olsa da pek belli etmedim. Kıza gerçekten gıcık oluyordum ve büyük ihtimalle duygularımız karşılıklıydı.
Ard arda gelen misafirlere meyve suyu ve baklava vermek sonra da bulaşıkları yıkamak beni epey yormuştu. Yere serdiğim yatağa kendimi zar zor atıp neredeyse iki saniyede uykuya dalmıştım. Yarın annemgil gelecek olması ve abimle karşılaşacak olmak beni yeterince geriyordu. Yarın kendimi sıkıp durmaktan çok yorulacaktım buna adım gibi eminim...
◆ ◆ ◆
Zar zor bu bölümü de yazıp yayınladım çok şükür be yaaa
Buraya kaç yaşında olduğunuzu yazar mısınız, kitabın yaş kitlesi ne ağırlıklı merak ettiğimden soruyorum yiğitlerim wkdhks
Diğer bölümlerde görüşmek üzere,
Allah'a emanet olun♥
![](https://img.wattpad.com/cover/224458246-288-k715635.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kayıp Gülüşlerin Adresi ✓ Texting
Spiritual0526..: Ey iman eden, sahurda ne yiycen? Zümra : Zıkkımın kökü. Yer misin? Sürekli 'Bugün erken yatacağım.' deyip asla erken yatamayan Zümra, bir gün yine sahura kadar uyanık kalıp kitap okurken telefonuna bilinmeyen bir numaradan deli saçması mesa...