İnsanlar hırpalanır, üzülür, göz yaşı döker.. Sonra hiç birşey olmamış gibi mutlu edilirler. Sanki üzülen onlar değilmiş gibi, hiç düşünmeden hareket ederler.
İşte Emir de bana tam da bunu yapıyordu. Beni üzüyor sonra mutlu ediyordu. Hiç birşey olmamış gibi.
Gece karanlığında sahilde olmak gibisi yok.
Emir'in beni eğlenceli yerlere götürmesini beklerdim. Ne bileyim, lunapark felan işte. Normalde böyle olmaz mıydı?
Ama Emir tuhaf, değişken ve garip bir şekilde hoşuma giden kişiliğini burda da gösterdi.
Güneş daha yeni batmıştı. Etraf hala güneşten kalan ışıklarla doluydu. Bir süre sonra tamamen etraf karardı. Ve güneşin aydınlatma görevini -çok da olmasa- ay ve yıldızlar aldı.
Deniz şaşırtıcı bir şekilde sakinliğini koruyordu. Halbuki ekim ayının sonlarındaydık. Sadece ara sıra kıyıya gelen birkaç hafif sessiz dalga vardı o kadar.
Denizin üstüne yansıması görünen ayın ışığı kapkaranlık sahili aydınlatan tek şeydi.
Normalde lunaparka gidilir demiştim, değil mi? Yani eğlence.
Ama bu ondan çok daha güzeldi.
Nasıl bir tanım yapılır ki buna...
Huzur?
Evet. Bu anın tanımı kesinlikle huzurdu. Huzurdan başka bir açıklaması yoktu.
Emir'in sevdiğim bir yanı buydu işte. O farklı olanı seçiyordu. Biliyorum. Onunla çok veya aşırı fazla vakit geçirmedim. Ama o farklıydı. Ne bileyim, öyleydi işte.
Kendini beğenmiş egoist değildi, yapmak zorunda olduğu hiç birşeyi yapmıyordu, aksine tamamen kendisi gibi davranıyordu.
Anlatmak istediğim, şuan burda olmak yerine başka yerlerde de olabilirdik. Lunaparka gidip eğlenebilirdik örneğin.
O, eğlence yerine huzuru seçmişti.
Ve bu oldukça güzeldi.
Onu bilemem ama ben halimden çok memnundum.
Şenzlongların üzerindeki kumlanmış minderleri alıp kumsalda kafamıza göre bir yere koyup üzerine uzanmıştık.
Şaşırtıcı bir şekilde ikimiz de hiç konuşmamıştık. Bu daha da huzur vericiydi. Ne zaman konuşsak sonu kavgayla veya gerginlikle bitiyordu.
Tabi ben uzun süren bu sessizliğin ardından çenemi daha fazla tutamadım. "Emir?" Kapattığı gözlerini oldukça yavaş ve rahat bir tavırla açıp cevap verdi.
"Hmm"
"Neden hiç konuşmuyorsun?"
Sıkıntıyla nefesini dışarı verip bana döndü. "Neden konuşuyım?"
Soruma soruyla cevap verdiği için biraz bozulmuştum. "Hep sustun işte. Bu mevsimde burda ne işmiz var?" Kaşlarını çattı. "Üşüyor musun?" Hava ılık esiyordu. Üşümüyordum, aksine masaj gibi geliyordu. "Hayır. Sadece bugün bana iyi davranmanın nedenini ve niye buraya gelip hiç birşey konuşmadığımızı merak ediyorum, o kadar." dedim.
"Sana iyi davrandığım falan yok. Böyle birşey düşünüyorsan -ki kesinlikle düşünüyorsun-. Hemen kafandan atsan iyi olur. Buraya gelmemizin sebebine gelirsek.." Yerinden doğruldu ve bağdaş kurdu. Onunla beraber ben de doğrulup aynı hareketi yaptım.
Gözlerini kapattı ve başını hafifçe arkaya yatırarak havayı içine çekti. Bense dikkatlice onu izliyordum. "Duymuyor musun?" Başımı önüme çevirdim. Ben de onun gibi gözlerimi kapatıp, başımı arkaya yaslayarak havayı derince soludum. Sonra dinlemeye başladım.