Multimedya: Berke
~~~~~~~~~"Seni İzmir'e yolluyoruz. Bundan sonra orada okuyacaksın. Sana bir ev bile tuttuk, kızım."
NE??!
Bir insanın hayatı en fazla ne kadar değişebilir? Günler öncesine, gayet sıradan bir hayatım vardı. Her sabah ya annemin 'geç kaldın' diye telaşlı çığlıklarıyla, ya da alarmımın rahatsız edici sesiyle uyanırdım. Okula gider, arkadaş grubumla vakit geçirir veya müzik dinlerdim. Eve gelince de boş boş odamda dolanır, sonra da uyurdum.
Peki ya şimdi n'yapıyordum? Artık herkes beni sürtük olarak adlandırıyodu. Bir haftadır okula gitmiyor; evde ya ağlıyor, ya da boş gözlerle yatağıma uzanıp tavanı izliyordum. Arkadaşlarımı kaybetmiştim. Bunlarla da kalmamış hayatımın en büyük hatasını yapmıştım. Emir'le laf dalaşına girmiş, sürekli kendi kafamın dikine gitmiştim. Emir Çağlayan. İsmi bile yasak bir meyveydi benim için. O benim, başıma aldığım en büyük bela, hayatımın en tehlikeli ve kurtuluşu olmayan bir hatâsıydı. Tüm bunların sonunda ise annem ve babam karşıma dikilmiş bana kabullenemediğim o cümleyi söylüyordu.
"Seni İzmir'e yolluyoruz."
Şimdi düşündüm de, sorduğum sorunun öznesiydim ben. Bir insanın hayatı en fazla ne kadar değişebilir? Şansızlığın, çaresizliğin somut haliydim resmen. Bir insanın hayatı en fazla bu kadar değişebilir. En fazla bu kadar kötüye gidebilirdi.
"Bundan sonra orada okuyacaksın."
Şuan pek sevilmediğim bir okuldaydım. Tamam. Hemen karşılarına çıkamam ama bir süre daha evde kalıp kendimi toplamam gerek. Sonrasında zaten çıkacaktım karşılarına. 'Ben güçlüyüm' diyen egomu ve özgüvenimi konuşturacaktım. Fakat şu İzmir olayı planlarıma baltayı indirmişti. Eğer İzmir'e gidersem, korkup kaçtığımı sanacaklardı ve bu gerçekten başedemiyeceğim birşey haline gelirdi.
"Sana bir ev bile tuttuk, kızım."
Bana ait olan bir ev. Benim evim. Daha yumurta bile kıramayan ben, bir ev sahibi olacaktım. Hayır. Olmaz. Kesinlikle gitmemem lazım. Hem nerde görülmüş lise 1. sınıf öğrencisinin kendi evinin olduğu?
Babamın yüzüne bakakalmış, kilitlenmiş bir halde bunları düşünüyordum. Kendime gelebildiğimde gözlerimi kırpıştırıp, tuttuğum nefesimi serbest bıraktım. Boğazımı temizledim.
"Anlamadım?" Sesim hep pürüzsüz, hem de çok sakin çıkmıştı. Bu sakinlik, fırtına öncesi sessizlik dedikleri şey gibiydi.
Fakat babam, tam tersine bu sakinliğimi iyiye algılamış olacak ki sesini yumuşatarak konuştu. "Sana ait bi-"
"Bana ait ne!" Birkaç adım gerileyip, ellerimi havaya kaldırıp bağırmaya başladım. "Bana ait ne?! Bu halimi gördünüz ve uğraşmamak için başınızdan atmaya mı çalışıyorsunuz! Benden kurtulmak mı istiyosunuz!" Bir adım daha geriledim. "Size üzücü bir haber söylemem gerek sevgili, çok biricik olan ailecim!" Şaşkın yüz ifadelerinin yanında kaşları çatıldı. "Ben. Hiç. Bir. Yere. Gitmiyorum!" Ateş püskürten gözlerimle onlara meydan okur bir biçimde bakıyordum.
Gitmemeliydim. İzmir'e gidip zaten berbat olan hayatımı daha da mahvedemezdim. Annem uyarıcı ses tonuyla konuştu. "Deniz." Bakışlarımı babamdan alıp ona çevirdim. "Ne!" Kararlı sesiyle "İzmir'e gideceksin, yoksa.." Burnumdan soluyordum. "Yoksa ne?!" Derin bir nefes aldı. "Neler olduğunu bize anlatmak zorunda kalırsın ve eğer kötü birşeyse evde ceza alır aynı zamanda da eğitimine evde devam edersin." Gözlerimi son haddine kadar açtım. "Bunu yapamazsınız."