2-Yeni Başlangıçlar

4.8K 283 8
                                    

Yorumlarınız ve oylarınız benim için değerli. Desteklerinizi bekler, keyifli okumalar dilerim.

ASYA

Babamla birlikte İstanbul'a kayda giderken aklımda çok fazla bir şey yoktu. Belki biraz şaşkınlık, her şeyin ne kadar çabuk değiştiğine dair ince bir şaşkınlık... Ama bu şaşkınlık çok uzun sürmeyecekti çünkü hayat güçlü olmayı mecbur kılıyordu. Yani hemen uyum sağlayıp bir şekilde savaşmaya başlamalıydım. Alışmalıydım. Alışmak insanoğluna bahşedilmiş en büyük yeteneklerden biriydi.

Okuldaki kayıt işlemlerini bitirip babamla birlikte okulun bahçesindeki bir banka oturmuştuk. Acıktığımız için babam kantine yiyecek bir şeyler almaya gitmişti. Bende okuldan aldığımız belgeleri incelerken öğrenci kimliğimi aralarında bulamadım. Düşürdüğümü anlayınca tekrardan öğrenci işlerine doğru yürümeye başladım. Bir yandan oraya doğru yürürken yere düşürme ihtimalime karşın etrafa bakınıyordum. Öğrenci işlerinin olduğu binanın önüne geldiğimde etrafı tararken ağacın birine yaslanmış bana bakan bir çift göz fark ettim. Açıkça yüzüme alaycı bir sırıtışla bakıyordu. Dayanamadım ona doğru dönerek seslendim.

"Bu kadar komik olan nedir acaba? Bana bakarak pişmiş kelle gibi sırıtıyorsunuz." dedim öfkeli bir sesle.

"Aradığın şey oralarda değil." Karşımda hala alaycı bir biçimde gülümsüyordu.

"Ne aradığımı nerden bilebilirsiniz ki? Ayrıca bir şey aramanın nesi sizi bu kadar güldürdü anlayamadım." Keşke elimde suratına fırlatabileceğim bir şeyler olsaydı!

Elindeki kimliği bana doğru döndürdü, hala sırıtmaya devam ediyordu. Bu kadar sinir bozucu bir durumun içinde olmasaydık belki kendisini yakışıklı bulabilirdim. Ancak tavırları şu an sinirimi bozmaktan öteye gidememişti. Onu incelediğimi fark eder etmez kendime kızıp toparlandım.

"Asya Altunal sen değil misin?" dedi meraklı bir sesle.

"Evet o benim kimliğim. Alabilir miyim acaba artık?" Öfkeyle ağzımdan çıkan cevabım sonrası kimliğimi nihayet bana doğru uzattı.

"Sende bana adımı sormayacak mısın?" Nasıl bir özgüveni vardı bu adamın?

'Hayır, sinir bozucu insanların isimleriyle beynimi doldurmuyorum. Size iyi günler.' deyip arkamı dönerek hızlı adımlarla oradan uzaklaştım. Babam az önce oturduğumuz banka elinde iki tostla gelmişti. Ona olanları anlatırken elbette sinir bozucu adamdan bahsetme gereği duymadım. Sadece kimliğimi düşürdüğümü ve onu almaya gittiğimi söyledim. Neticede kendisi artık zihnimde İsmi Lazım Değil olarak yer edecekti. Bu yüzden yokmuş gibi davranmayı tercih ettim.

Kayıttan sonra ilerleyen günler eşyalarımı toplamakla geçmişti. Bir de odama her girdiğinde gözyaşlarına boğulan annemi teselli etmeye çalışarak... Tek çocuktum, o yüzden annem bana çok düşkündü.

"Anneciğim," dedim tatlı bir sesle. "İstanbul dediğin yer şurası. Sık sık gelip gideceğim zaten. Merak etme sen. Hem babamla sizde yanıma sıkça gelirsiniz."

"Oralarda bir başına olacaksın, yanında olamayacağız. Aklım hep sende kalacak. Neyse ki Ela da senle geliyor. Biraz olsun avunuyorum yalnız olmayacaksın diye."

Ela ilkokul ve liseden sınıf arkadaşımdı. Ayrıca da aynı mahalleden komşumuzdu, evlerimiz karşı karşıyaydı. Yani olmayan kardeşimdi kendisi, beraber büyümüştük. Bütün asosyal çocukluğumun tek arkadaşıydı. Üniversite tercihlerini birlikte yapmıştık, İstanbul'a beraber gitmek yıllardır hayalimizdi ve biz nihayet başarmıştık. Ela ile bu kez okullarımız farklı olacaktı, o da matematik öğretmenliği kazanmıştı. Okullarımıza ortak mesafede olacak bir de yurt ayarlamıştık. İki kişilik odada beraber kalacaktık. İlk sene yurtta kalmayı kabul etmiş olsak da asıl hedefimiz birlikte bir eve çıkmaktı. Ancak İstanbul'da bir evin maliyeti şu aşamada ailelerimizin kaldıramayacağı bir meblağdı. Biz de biraz zaman geçtikten sonra yarı zamanlı işler bulup kendi paramızı kazanma peşindeydik.

Beraber büyümüş olsak da Ela ile birbirimize pek benzediğimiz söylenemezdi aslında. Ben ne kadar mantıklı ve hırslıysam o da bana zıt olarak oldukça duygusal ve uyumlu bir insandı. Hatta benim üniversite hayallerim ona çok garip geliyordu. Ela aşkı yani beyaz atlı prensini bulma peşindeydi. Prensin maddi durumu iyi olacaktı ve Ela buradaki fakir hayattan böylelikle kurtulmuş olacaktı. Açıkça söylemese de ben onu oldukça iyi tanıyordum ama onu nasıl yargılayabilirdim ki?

Küçüklüğümüzden beri okuduğumuz masal kitapları, izlediğimiz diziler, romantik komedi filmleri gibi tüm ürünler kadınları devamlı kurtarılması gereken durumlara düşürüyordu. Bu durumlardan kurtulabilmek içinse devamlı beyaz atlı yakışıklı bir şövalyenin gelmesi gerekiyordu. Aklımın bir şeylere ermeye başladığı yaşlarımdan bu yana kadınlara atfedilen bu durum benim sinirimi bozuyordu. Nerede çaresiz bir kadın görsem kendimce onu beyaz atlı prens olmadan kurtarma planları yapıyordum. Mesela Külkedisi, onunla bütün gece dans etmiş olmasına rağmen onu yüzünden tanıyamayan ve ancak ayakkabı giydirince tanıyabilen bir salağa hayatımın aşkı deyip nasıl evlenebiliyordu? Üvey anneden ya da kötü kardeşlerden kurtulma yolu buydu masalda. Uyuyan Güzel ya da Pamuk Prenses'e ne demeliydi peki? Bakın en bilindik masallarda işte, kadınlar hep çaresiz, hep onları kurtaran ve ilk görüşte aşık olup onlarla tanışmadan evlenen sapık adamlar söz konusuydu. Hemcinslerime nasıl sinirlenmeden durabilirdim? Birisi bu kadınlara doğru düzgün tanımadıkları adamlarla evlenmemeleri gerektiğini söylemeliydi! Ve küçücük kızların tüm yaşam umutları evlenecekleri erkeklere bağlanmamalıydı, kadın başının çaresine bakabilmeliydi. Eğer aşkı yaşamak isterse bunu sadece istediği için yaşamalıydı.

Hatta o zamanki bana sorsaydınız, aşk için en gereksiz duygulardan biri derdim. Çünkü insanların kendilerini aşk uğruna öyle çılgın durumlara düşürmesi bana çok garip geliyordu. Bir türlü empati yapamıyordum. Bütün o romantik hayaller, deli gibi aşık olmalar bana saçma sapan peri masallarından ibaret geliyordu.

Düşüncelerimden sıyrıldığımda kalan son eşyalarımı da topladım. Bavulumun fermuarını kapattıktan sonra telefonum çaldı. Arayan Ela'ydı ve beni evlerine kahve içmeye çağırıyordu. Ayakkabılarımı giydim ve Ela'lara doğru yola çıktım. Evlerimiz birbirine çok yakındı. Beni büyük bir coşkuyla karşıladı. Kahvelerimiz çoktan hazırdı, evlerinin terasındaki koltukları oturup içmeye başladık.

"Yeni bir okul ve yeni bir şehir için fazlasıyla heyecanlıyım." Ela neşeli bir insandı.

"Yani heyecan duyacak ne var bilmiyorum ama bu kadar? Hepi topu yeniden öğrenci oluyoruz."

"Evet ama üniversite çok farklı bir tecrübe olacak bizim için. Hem kendi başımıza yetişkin insanlar olarak yaşayacağız. Yaşayacağımız maceraları bir düşünsene. Kim bilir kimlerle tanışacağız? Nasıl aşklar yaşayacağız?"

"Senin aksine benim pek arkadaş canlısı olma gibi bir planım yok. Eh, aşk desen biliyorsun düşüncemi zaten. Kesinlikle gereksiz abartılıyor. Daha ziyade nasıl para kazanabiliriz, nasıl başarılı olabiliriz bence onlara odaklanmalıyız."

"Of Asya ya. Çok sıkıcısın. Sen yine başarılı ol, kimse olma demiyor. Ama yani birazda etrafına bakınıp iki insanla tanışsan fena olmaz. Bak Mete ile de ayrıldınız. Yeni biri fena mı olur sanki?"

"Biliyorsun Mete' ye aşık değildim." Herkesin bildiği bir gerçeği dile getirmiştim.

"Biliyorum canım. Çocukluğundan beri tanıyorum seni. Duygusuz küçük bir robot gibiydin. Neyse ki beni sevdiğini biliyorum. Az ama öz seviyorsun. Ben yine de senin için çok güzel bir aşk dilerim. Asya hanımın aşktan perişan düştüğü günler olur mu dersin?"

"Hiç sanmıyorum." Bu dediğime gerçekten inanıyordum. Aşk beni perişan edebilecek kadar güçlü bir duygu olamazdı.

Bir laf etmeden önce üç düşünüp bir söylemenizi şiddetle tavsiye ediyorum. Adına ilahi adalet, karma ve ya tükürdüğünü yalama diyebiliriz. Neyi kınar ve yahut küçümserseniz inanın yaşamadan ölmüyorsunuz!

Bunu artık biliyordum ama yedi sene önceki o bilmiş küçük kadın her şeyi kontrol edebileceğini sanıyordu. Duygular devamlı kontrol edebileceğin ya da istediğin gibi yönlendirebileceğin şeyler değildi. Yanıldığımı anlamam çok uzun sürmeyecekti.

Yol Arkadaşım (Tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin