"Ah, lanet." Dedim aklıma gelen şeyle. Calum hemen bana baktı.
"Ne oldu bebeğim?"
"Annemi aramam gerek. Aslında dün arayacaktım ama tamamen unutmuşum." 'Bebeğim' demesi tuhafıma gittiyse de bir şey demedim.
Birlikte aşağı indik ve oturma odasına girdik. Yukarıdan Ivy'yi de çağırtıktan sonra telefondan annemi arayıp hoparlörü açtım. Çok geçmeden telefona cevap verdi.
"Bebeğim?" Dedi annem. Calum bana bakıp sırıttı.
"Anne?" Dedim. "Avustralya'dayım, bunun haberini vermek için aradım."
"Peki neden benim bundan haberim olmuyor?"
"Yıllardır 21 Haziran'da Avustralya'ya gideceğim diye başının etini yiyordum ya, oradan hatırlıyorsundur dedim." Güldü.
"Gerçekten gideceğini düşünmemiştim." Dedi. "Yanında kimler var?"
"Calum, Michael, Luke ve Ivy." Ashton'ın hafif bozulduğunu fark ettim. Ama onu sona saklamıştım. Sevinçle ve heyecanla konuştum. "Anne, Ashton'ı hatırlıyor musun? Liseden?"
"Ashton... Irwin değil mi?"
"Evet. O burada."
"Gerçekten mi?" Annemin sesi neşeliydi. Bu ses Ashton'ı güldürdü. "Telefonu ona ver." Telefonu Ashton'a uzattım.
"Bayan Wilson?" Dedi.
"Tatlım, Ashton sen misin?" Dediğinde Ashton onayladı. "Bu arada bana Bayan Wilson demene gerek yok. Harper diyebilirsin."
"Um, pekala."
"Ee, nasılsın?"
"İyiyim, ya siz?"
"İyiyim, teşekkür ederim. Annen de Avustralya'da mı?"
"Hayır, o sonra Manhattan'a dönmüştü. Hiç görüşmediniz mi?"
"Ah, hiç görmedim. Bir ara onun yanına kesinlikle gitmeliyim." Dedikten sonra biraz duraksadı ve ciddi bir sesle konuştu. "Her şey için teşekkür ederim. Kızımın hayatını kurtardın. Ne kadar minnettar olduğum kelimelerle anlatılamaz."
Ashton gülümsedi. "Ne demek, o da benim hayatımı kurtardı."
"Birbirinizi hep koruyun, olur mu? O da senin kardeşin. Ona bir şey olmasına izin verme. Bana söz ver." Ashton kolunu omzuma attı ve beni kendine çekti.
"Elbette, onu hep koruyacağıma dair söz veriyorum." Gülümsedim ve Calum'un suratındaki ifadeyi görmezden geldim. "Bu küçük afacana bir şey olmasına izin vermem." Annemin burnunu çektiğini duydum.
"Hey, ağlıyor musun?" Dedim.
"Hayır hayır, sorun yok. İyiyim. Sadece, duygulandım biraz. O kadar." Bir kez daha burnunu çekti ve bir dakika kadar konuşmadı. "Tatlım, telefonu Calum'a verir misin? Ama hoparlörde olmasın, onunla özel konuşmam gerek."
"Pekalaa." Dedim telefonu hoparlörden alıp Calum'a verirken.
Calum telefonu alıp karşımızdaki koltuğa geçti. Annem konuştukça yüzünde farklı farklı ifadeler oluşuyordu. 'Evet', 'hayır', 'her zaman', 'asla', 'biliyorum' gibi kısa cevaplar veriyordu. Sonra birden gülümsemesi yüzünde dondu. Kendini gülümsemeye zorladı ama sahte olduğu çok belliydi. Duyamadığım bir şeyler söyledikten sonra yanımıza gelip hoparlörü açtı.
"Ruby, benim gitmem gerek, kapı çaldı da. Daha sonra ararım, tamam mı?" Dedikten sonra biraz daha sesli konuştu. "Kendinize iyi bakın çocuklar!"
"Siz de Bayan Wilson!" Dedi Luke, Ashton, Michael, Calum ve Ivy aynı anda. Beraber güldüler. Daha sonra telefonu kapattım. Ivy tekrar yukarı çıktı.
Güzel bir film izlediklerini gördüğümde Calum'un yanına oturdum ve bacaklarımı kendime çekerek filmi izledim.
Calum bana sarılınca ben de ona sarıldım. Bana baktığını fark edince aynı şekilde ben de ona dik dik baktım. Hiç beklemediğim bir anda dudaklarını dudaklarıma bastırdığında başta tepki veremesem de sonra gözlermi kapatıp karşılık verdim. Geri çekildiğinde alnı alnıma yaslıydı ve gözleri kapalıydı. Derin derin nefesler alıyordu, anın tadını çıkarmak istiyor gibiydi.
"Seni seviyorum."
"Ben de seni seviyorum." Öğürme sesleri duyduğumda çocuklara baktım ve alayla konuştum.
"Doğru, sizin hala sevgiliniz yoktu, değil mi?"
"Yüzümüze vurup durmasana şunu!" Dedi Ashton.
"Sevgiliniz olmamasının sebebi ben değilim, Bay Irwin." Dedikten sonra filme geri döndüm. Ama merakım buna izin vermiyordu.
Annem sana ne söyledi?"
"Sır."
"Peki bu sır ne?"
"Söylemem. Zamanı gelince söylerim. Sadece biraz bekle. Şimdilik bilmemen daha iyi." Doğruyu söylediğini inanmayı seçtim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sky // c.h
Fanfiction"O gün oyun parkındayken bunlardan hiçbirinin olacağını tahmin edemezdik."