Kireç gibi yüzümle restorandan içeri girdim. Okuduklarım aklımdan bir türlü çıkmıyordu. Patronum tehdit altındaydı. Ve benim bunu bildiğimi de bilmiyordu. Acaba Harun Bey bunun farkında mıydı? Kafamı iki yana sallayarak düşüncelerimden kurtulmaya çalıştım. Biraz ilerleyince Selim'in sıkıntıyla etrafa bakındığını gördüm. Yavaşça yanına gidip karşısına oturdum.
"Selam."
"Hoşgeldin."
Selim ayağa kalkarken ona manasız gözlerle baktım.
"Sarılmayacak mıyız?"
Gözlerimi devirip onu görmezden gelerek önümdeki menüyü incelemeye başladım. Selim hala ayakta dikilirken yemek istediğim şeyi seçtim ve garsonu çağırdım. Garson bu tarafa doğru gelirken Selim gürültülü bir şekilde sandalyesini masaya itti.
"Sen zaten neden beni çağırdın ki yine görmezden geleceksen? Oradan bakınca oyuncağa mı benziyorum? İşim gücüm var benim. Akşam alırım seni. Mümkünse suratını da yanına al düştüğü yerden."
Selim ceketini sandalyesinden çekerken omuz silktim. Onunla arkadaş olma işini başka bir zamana atabilirdim. Şu an kafam yeterince dağınıktı zaten. Bir de kusmukluyla uğraşamazdım.
Selim masadan kalktıktan saniyeler sonra Can ve İmza masada belirdi.
"Selamlar Şeb."
"Merhaba Şebnem."
"Selam"
Kısa selamlaşmamızdan sonra çocuklar kıkırdayarak oturdular. Sanırım gelirken yaptıkları muhabbetin devamıydı bu.
"Beklettik mi çok?"
"Yok ben de yeni sipariş verdim."
"Yeni mi? Senin yeni kelimesinden anladığın zaman dilimi ikinci yenide kalmış."
Ben Can'a anlamsız bir suratla bakarken İmza ve Can kendilerinden geçmiş birbirlerini yumruklayarak kahkaha atmaya başlamışlardı. Tüm mekan bizim masamıza dönünce ikisinin bacağına alttan bir tekme attım. Homurdanarak sustuklarında hala anlamsızca bakıyordum.
"Ya bugün Şenol Bey'a gelen kostümleri gösteriyorlardı da kıyafetler pek yeni gelmeyince onlara bu tepkiyi verdi. Ama Mülayım'la Sena'yı görmen lazımdı."
İmza'nın açıklaması üzerine ikisi yine gülmeye başlayınca "Ne var bunda bu kadar gülünecek be!" diye çemkirdim.
"Ama orada olsaydın çok gülerdin."
Yüzlerindeki o kendini anlatamamazlık hissiyle çok tatlı duruyorlardı. Beynimdeki düşüncelerden arınarak kıkırdadım. İkisinin de yanaklarını sıkarken yanımızdaki tanımlanamayan cismin gürültülü boğaz temizleyişiyle ellerimi çekip kafamı çevirdim.
"Merhaba herkese!"
Selim ceketini çıkarıp yanımdaki sandalyeye kurulurken nefesimi seslice dışarı verip abartılı bir şekilde göz devirdim.
"Hani işin vardı senin?"
"Hani baş başa olacaktık?"
"Ben öyle bir şey demedim."
"Ben de öyle bir şey demedim."
"Ama dedin ki..."
"Can, kardeşim n'apıyorsun? Arkadaş kim?"
Selim'in lafımı bölmesi üzerine sol gözüm seğirmeye başladı. Ben sakinleşmeye çalışırken İmza karizmatik bir tavırla elini Selim'e uzatıp "İmza ben." dedi. Öyle bir dedi ki peynirler eriyebilirdi. Sesi o kadar alevliydi ki kendimi biscolata reklamı izliyor gibi hissettim.
Selim ise buna karşılık önce kendi kendine "İmzi bin." dedi kimsenin duymadığını sanarak ama yanılmıştı. Sonra sesini karizmatikleştirmeye çalışarak "Selim." dedi. İmza "Memnun oldum." derken sadece başını sallamakla yetindi odun.
Garson bu sefer de diğerlerinin siparişlerini almak için masaya gelirken Selim hem parmaklarıyla hem de ayağıyla ritim tutuyordu. Siparişler verildikten sonra Selim'e dönüp "Şunu keser misin?" diye sordum. Selim kaşlarını kaşlarını kaldırıp "Neyi?" diye sordu bir yandan da ritim tutmaya devam ederken. Kısa bir göz devirişin ardından elimi Selim'in parmaklarının üstüne koydum.
"Şunu işte." derken parmaklarını ve ayağını durdurmuştu. Çok olmasa da yakındık ve gözlerimin içine bakıyordu. Bakışlarına anlam veremiyordum. Yutkunarak elini elimden çekti ve "Tamam." dedi sessizce. Kafamı sallayıp önüme döndüm. Masada sessizlik devam ederken Can bize pis pis bakıyordu. Ona 'bize niye pis pis bakıyorsun?' bakışı attım. O da 'Biz mi?' bakışı attı. Ben de ona 'İşten geldim. Yorgunum. Selim ve ben demek istedim, uzatma işte.' bakışı attım. O da 'Kesin öyledir.' bakışı attı. 'Öyle tabi.' bakışı attım. O da bana 'Hayko Cepkin' bakışı attı. Hey, bu bakışı anlayamamıştım. Ben ona 'eblek' bakışı atarken o da bana 'Ne oldu cicim?' bakışıyla karşılık verdi. Önümdeki peçeteyi sıkıp ona 'Ben senin var ya' bakışı atacakken İmza'nın direk 'I am sexy and I know it' diye giren telefon melodisi bakışmalarımızı böldü.
İmza "Gökçe!?" diye telefona ünleyerek ayağa kalktığında Can bana dönüp "Sevgilisi. Çok tatlı kızdır. İzmir'e gitti. Beyin cerrahı. Bir konferansı mı ne varmış. Çok kafa kızdır." diye açıkladı tatlı tatlı. Benim içimden "Bana ne o kafadan, bana nee!" diye bağırmak gelse de içimdeki Ayşegül'ü sessize alıp "Ne hoş!" dedim yapmacık bir gülümsemeyle. Selim de içten bir şekilde sırıtarak "Çok tatlı cidden." dedi.
Salak neresi tatlı? Sen o kızı gördün mü? Çirkinin teki. Hem ayrıca cerrah olduğuna göre yaşlanmıştır o. Allah bilir kaç yaşında. Benim İmza'mı da yaşlandırır kesin. Hem cerrah dediğin kafa olur mu? Yani kafa cerrah olmamalı. Kafayı düzelten bir cerrah olmalı. Yok sevmedim ben bu kombinasyonu. Zaten matematiği de sevmezdim.
"Çook."
***
Yemeğimizi bitirmiştik. Selim beni şirkete bırakıyordu şimdi. Nedense İmza'yla sonradan kanka kesilmişti Selim Bey. Bu çocuğu ne zaman anlayabilmiştim ki zaten?
İmza'nın Gökçe'yle olan telefon konuşması sırasında şu mektup olayı yine kafama dolanmıştı. Bunu Alp'e kim yapmak isterdi ki? Ne çeşit düşmanları vardı bu çocuğun? Nereden edinmişti bu düşmanları? Düşüncelerimin Selim'in kaygılı sesiyle bölündü.
"Şebnem seni rahatsız eden bir konu mu var?"
"Var evet. Hangimizin hayatı toz pembe ki zaten?"
"Seninki bana hep öyle gelmişti."
"İlk tanıştığında üzerine kusan bir kızın hayatı sana cidden toz pembe mi gelmişti?"
Selim kıkırdadı.
"Garip değil mi? Yani o anda düşünür müydün bu kadar fazla birlikte zaman geçireceğimizi?"
"Buna ihtimal vermek istemezdim."
Kıkırdadım. "Gerçekten garip."
"Önce geldin evimize bana karşı ortak oldun. Sonra benim yüzümden evden ayrıldın. Bu sırada arkadaşım oldun. Sonra arkadaşım olmak istemediğini söyledin. Sonra geldin babamın şirketinde işe girdin. En yakın arkadaşımı elimden aldın. Seninle düğünden gelin bile kaçırdık."
"Bu kadar kısa zamana çok anı sığdırmışız ha?"
"Şebnem?"
"Hı?"
"Bu kadar kısa zamana çok güzel bir aşk da sığdıramaz mıyız?"