Keyifli Okumalar...
Nefes nefese yere çöküp sızlayan avuç içlerine baktı. Avuçları, parmak uçları kızarmış yer yer de soyulmuştu. Saat sekizi gösteriyordu, açlıktan başı ağrımaya midesi isyan edercesine bulanmaya başlamıştı. Kollarındaki güç çekilmiş yerini bir hissizliğe devretmişti. Oturduğu yerden kıpırdamadan bakışlarını mutfakta dolaştırdı. Yatacağı odayı temizledikten sonra mutfağı temizlemeye başlamıştı ama mutfak düşündüğünden daha da çok zamanını almıştı. Dolaplarda olan ve artık küf tutan birkaç yiyeceği koca bir çöp torbasına doldurmuş örümcek ağıyla kaplanan yerleri en dip köşesine kadar temizlemişti. Buzdolabının içi, mutfağın küçük camı, sararan tezgah, eskilerden kalma tabak, bardak, çatal ne varsa hepsini yıkamıştı. Gözüne çarpan her şeyi silmek, silmek ve defalarca silmek istiyordu. Acısına, yorgunluğuna inat temizliğe devam etmek istiyordu. Sanki her şeyi yeniden yapabilecekmiş gibi... Oysa sadece eskinin izlerini taşıyan eşyalarının tozlarını, kirlerini alıyordu. Geride yine aynı eşyalar, aynı görüntüler kalıyordu. Pınar ise o eşyalara her baktığında geçmişini görüyordu. Tabakları her yıkayışında eskiden annesinin soğuktan buz tutan parmakları aklına geliyordu. Bardaklara her dokunuşunda annesiyle mutfakta yaptığı o gizli kahve kaçamaklarını hatırlıyordu. Kahve ki onlar için bir hazine değerindeydi o zamanlar. Zorla aldıkları kahveyi dayısı içerdi sadece. Ama annesi ne yapar eder ayda bir kez de olsa o kahve kaçamaklarını yapardı. İki yürek ellerindeki bardaklardan yayılan sıcaklığı avuçlarına hapseder, bardaktan yayılan o tarifsiz kokuyu içlerine çeker ve yüzlerine yerleşen tebessümle küçük yudumlar alırlardı. Pınar o anların hiç bitmesini istemediği gibi elindeki kahvenin de bitmesini hiç istemezdi. Ancak her şeyin bir sonu vardı. Özellikle söz konusu olan güzel anlar ise sanki dakikalar bir maratona katılmış gibi birbiri ardınca koşuyorlardı. Oysa hüzünler öyle miydi? İnsanın yüreğine yerleştiği gibi saatin akrep ve yelkovanına da öyle ağır ağır yerleşir ve zamanı adeta durdururdu.
Bakışları donuklaşmış, nefes alışverişi yavaşlamıştı. Öylece bir bitkisel hayata giren insan gibi çöktüğü yerde kalakalmıştı. Dermanı gitmiş, derdi gelmişti. Vücudu çalışmayınca zihni çalışmaya başlamıştı. Çoğu zaman Pınar kafasını kesip atmak isterdi, kurtulamadığı bir veba gibiydi.
Dermân arardım derdime derdim bana dermân imiş
Bürhân sorardım aslıma aslım bana bürhân imiş
Kulaklarına dolan sözler üzerine Pınar üzerindeki hissizliğe atıp güldü. Telefonundan yayılan bu sesin okuduğu mısralar sanki içinde bulunduğu duruma ışık tutuyordu. Yolunu kaybetmiş bir Pınar'a mı sesleniyordu? Aklına gelen sorulara cevap aramaya kalmadan kapısı vurulmaya başladı.
Pınar bir süre kapının sesine tepki veremedi. Kapısının çalıyor olduğu düşüncesine inanamıyordu. Kulakları ona ihanet mi ediyordu? Bir elini yere koyarak yerden destek aldı ve ağır ağır yerden kalktı. Kapıyı açmak istemiyordu. Akşamın bu saatinde kim olabilirdi? Tahmin dahi yürütemediği gibi merak da etmiyordu. Çoğu konularda özellikle insanlar üzerine olan konularda merakı cımbızla alınmış gibiydi. Oysa küçükken böyle miydi? İnsanları bıktırana kadar onlara hayatlarıyla ilgili sorular sorardı.
Sesli bir şekilde nefesini vererek mutfaktan çıktı ve kapıya gitti. Bir elini kapının üzerine koymuştu ki kapı tekrar çalındı. Pınar, insanı sinir edecek bir yavaşlıkla kapıyı açtı ve karşısında gördüğü yüz ile düz bir halde olan kaşları çatıldı.
"İyi akşamlar, rahatsız ettiğim için özür dilerim."
"Size de iyi akşamlar, neden bu saatte kapıma geldiğinizi öğrenebilir miyim?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BİR ADIM
General FictionHapisten yeni çıkmış bir kız... Köyde sınıf öğretmenliği yapan bir adam... Birbirinden farklı bu iki insanın bir araya gelmesinin hikâyesi.