yirmi üç

4.5K 293 42
                                    

Bölüm şarkısı: Mor ve Ötesi - Bir Derdim Var

İyi okumalar.

Ezâ Zarif

"Yavuz..." diye mırıldandım yatağında yatan Yavuz'a doğru. Kalbim yerinden çıkacak gibiydi. Saatler boyunca Yavuz'a ulaşamamıştım ve son çareyi abisini aramakta bulmuştum. Aynı üniversitede ve aynı bölümdeydik doğal olarak numarası vardı. Yasin abiyi aradığımda o da ulaşamadığını, şimdi mezara gittiğini, belki de orada olabileceğini söylemişti. İlişkimizden bahsettiğimde kızmıştı Yavuz'a.

On dakika sonra tekrar aramıştı ve Yavuz'u çok kötü durumda bulduğundan bahsetmişti. Yavuz'un o halde olduğunu duyunca otobüse atlamış, iki saatlik yoldan gelmiştim ama hiç umrumda değildi. Geldiğim gibi erkek öğrenci evi falan umursamayıp Yavuz'un odasına dalmıştım. Ne de olsa abisi yanımdaydı. Diğer abilere henüz haber vermemiştik. Ağlamaktan gözlerim acıyordu. Yavuz'u gördükten sonra daha da kötü olmuştum. Bileği çok tahriş olmuş ve kızarmıştı. Elindeki yeni yeni kapanmaya başlayan yara açılmış, hafif kanamıştı. Uyuyordu ve yine kaşları çatıktı.

Yasin abi, "Yalnız kalmak istersin diye düşündüğümden çıkıyorum," dediğinde, "Anlayışın için teşekkürler," dedim. Başını salladıktan sonra gülümseyip odadan çıktı ve bizi yalnız bıraktı. Elini tuttum Yavuz'un. Buz gibiydi. Kaşları çatılmıştı. Uyanmaya başlamıştı hafiften. "Yavuz'um..." Elini sertçe çekip beni itti ve arkasını döndü. "Yavuz yapma böyle. Lütfen..."

"Git," Buz gibi sesiyle titremiştim. Sesindeki tını birçok duyguyu içinde barındırıyordu. Öfke, kızgınlık, kırgınlık... Olduğum yerden ayaklandım ve yatağa oturup elimi Yavuz'un koluna koydum. Koymamla birlikte hızla itmiş, "Dokunma! Git!" diye bağırmıştı. Gitmedim ve yanında oturmaya devam ettim. "Gitsene!" diye yineledi. Başımı sallayıp usulca yanından kalktım ve odasından dışarı çıktım. Biraz yalnız kalmalıydı, ihtiyacı vardı buna. Salona geçtiğimde herkesin gözü bana çevrilmişti. Yasin abi, tanımadığım üç erkek ve genç, çok güzel bir kız vardı. Rahatsız bir şekilde tekli koltuğa oturdum ve gözlerimi ellerime çevirdim. Tek kız olmadığım için rahattım ama Yavuz bana çok kızgındı, bunun yüzünden kendimi rahatsız ve kötü hissediyordum.

Gönlünü nasıl alabileceğimi düşünürken Yasin abi, "Kovdu, değil mi?" diye sordu. Usulca başımı salladım ve ellerimle oynamaya başladım. "Hepimizi silecek," Konuşan kişi gördüğüm güzel kızdı. Rus aksanıyla konuşmuştu. Yengesi olabilir miydi? Başını kaldırıp bana baktı ve elini uzattı, "Ben Sofya. Yavuz'un yengesiyim," dedi. Tahminlerim doğru çıkmıştı, yengesiydi. Zorla gülümseyerek uzattığı elini tuttum ve, "Ezâ," dedim. O da gülümsemiş ve önüne dönmüştü. Ortamda ciddi bir sessizlik vardı.

Birkaç dakika sonra sessizliği bozan, Yavuz'un odasından gelen cam parçalanma sesiydi. "Muhtemelen cam veya ayna kırmıştır," Yasin abi o kadar normal bir şeymiş gibi söylemişti ki, şaşırmamak elde değildi. Bana döndü. "Her ay yaşıyoruz bu durumu," dedi oflayarak. Belli ki bu durumdan hoşnut değildi. Ayaklandım ve Yavuz'un odasına doğru ilerlemeye başladım. Yasin abi, "Şu an deli gibi sinirli. Yanına gidersen kalbin kırılır ve kırmaktan çekinmez," demişti ama umursamadım ve Yavuz'un kapısına tıklayıp, "Gelebilir miyim?" diye mırıldandım.

"Gel," Aldığım olumlu ama soğuk cevapla başımı salladım ve kapıyı açıp içeri girdim. Yavuz yatağında oturuyordu, Yasin abinin dediği gibi aynayı kırmıştı ve parmak eklemleri kanıyordu. Her yer kanlı cam olmuştu. Onu böyle görmek içimi paramparça ediyordu. Kendine zarar verdiğini görünce benim canım acıyordu ama onun hiçbir şey umrunda değildi.

"Neden yaptın bunu?" Kırgın ve üzgün çıkan sesimle bana doğru baktı. Gözlerinde gördüğüm tek şey öfkeydi. Kızarmışlardı ve renkleri daha da açılmıştı. Sinirle güldü ve, "Yanıma otur," dedi. Dediğini yapıp yanına doğru ilerledim ve oturdum. Eli kanıyordu. Uzanıp incelemeye çalışmıştım ama hırsla elini çekmiş, "Canımı yakman umrunda olsaydı gerçeği benden saklamazdın!" diye bağırmıştı. Bağırmalarına alışkın olduğum için hiçbir tepki göstermemiş, "Elini uzatır mısın? Kanıyor," demiştim. "Bak şu camlara," dedi eliyle yerdeki camları gösterip. "Şunlardan farkım yok sayende!" dedi ardından bana bakıp, bağırarak. "Anlatacaktım," diye mırıldandım. Gözlerim dolmaya başlamıştı. Kalbimi hiç çekinmeden kırıyordu ama biliyordum, onun da kalbi kırıktı. Bu nedenle kendi kırıklarımı umursamadım ve uzanıp ona sarıldım. "Özür dilerim..."

İtmemişti, ya da bağırmamıştı. Daha kötüsünü yapmış, kolları iki yanda durmuştu. "Neden sakladın?" dedi kırgın sesiyle. "Söyleyecektim," dedim ben de onun gibi kırgın çıkan sesimle. "Ama söylemedin," dedi ve beni itti. Bu sefer sesi kırgın değil, kızgın çıkmıştı. "Çık," dedi kapıyı göstererek. "Ne?" dedim sessizce. Beni kovuyor muydu?

"Çık!" diye bağırdı bu sefer ayağa kalkıp. O bana bağırıp, üstüme yürürken Yasin abi içeri dalmış, "Yavuz, kendine gel!" diye bağırıp aramıza girmişti. Yengesi Sofya yanıma gelmiş, "Gel güzelim, biz dışarı çıkalım. Onlar da erkek erkeğe konuşsun," diyip kolumdan tutmuş, beni odanın dışına sürüklemişti. İçeriden Yavuz ve Yasin abinin sesleri yükseliyordu. Hiddetli bir şekilde kavga ediyorlardı ve sesi en çok çıkan Yavuz'du. Bu muydu erkek erkeğe konuşmak? Kavga etmek miydi? "Bir şey olmaz, değil mi? Yavuz'a bir şey olmaz, değil mi?" Sofya başını sallamış, ayakkabılarını giyip bana bakmıştı. "Giy de biraz sohbet edelim seninle," Başımı sallayıp ayakkabılarımı giydim ve evden dışarı çıktım.

"Ne zamandır tanıyorsun Yavuz'u?" Sorusuyla birlikte Sofya'ya döndüm. "Yaklaşık üç sene," diye cevapladım bitkin bir şekilde. Başını sallamış ve koluma girmişti. İki saattir dışarıda dolanıyorduk ve ben bitkin bir durumdaydım. Yavuz'u üzdüğüm için kendimden nefret ediyordum. Tıpkı onun kendisinden nefret ettiği gibi. Aklıma mektubu gelince gözlerim dolmuş, ağlayacakmış gibi olmuştum. Annesine bir mektup yazmıştı dün gece. Doğum günüydü, ayrıca her şeyi hatırladığı gündü. 26 Aralık...

Ne de garip bir tarihti. Hem Yavuz'un doğum günüydü. Yavuz 26 Aralık'ta doğmuştu. Herkes annesini o gün, 26 Aralık'ta öldü sanmıştı ama yaşamıştı. Ama 26 Aralık 2017 öyle bir gündü ki, yine hem Yavuz'un doğum, annesinin ölüm günüydü. Ama bu sefer gerçekten ölüm günüydü. Yavuz, ömrü boyunca her doğum gününde annesini hatırlayacaktı. Doğururken ölmemişti Ezâ Doğan, Yavuz'un doğum gününde ölmüştü.

Mektuba yazdıkları aklıma gelince dayanamadım ve gözyaşlarımı bıraktım. Sofya'da ağlıyordu ve bana sarılmıştı. Gelen geçen herkes bize bakıyordu ama umurumuzda değildi.

Yüzündeki kanlara rağmen hâlâ o kadar güzeldin ki. Kendimden o gün tekrar nefret ettim, anne. Yüzünden akan kanların nedeni ben olduğum için. Sensiz oluşumun nedeni ben olduğum için. O kadar nefret ettim ki kendimden... Her aynaya bakışımda kendimden bir kere daha nefret ettim. Her doğum günümde ölmeyi diledim. Her gece uykuya dalana kadar kendimi defalarca sorgulayıp, defalarca nefret ettim kendimden. Her Allah'ın günü kendimden daha da nefret ettim. Babamı sensiz bıraktığım için kendimden nefret ettim. Babamın böyle oluşunun nedeni ben olduğum için kendimden nefret ettim. Yaşamayı hak etmeyen birisi olduğum için kendimden nefret ettim. Her saniye, her dakika, her saat başı hasretinden öldüm ben, anne. Her gözlerime bakışımda kendimden iğrendim. Gözlerime edilen iltifat için kendimden nefret ettim. Sensizlik çok koyuyor anne. Özür dilerim, babama o gün engel olamadığım için. Özür dilerim, akan kanının nedeni ben olduğum için. Özür dilerim, hak etmediğim halde yaşadığım için...

Yavuz Silahtaroğlu
27 Aralık 2020

Yavuz artık tamamen hatırlıyor.

en kötüsü de ne biliyor musunuz?

:)

ölüler içinde hayat.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin