Bir kız çocuğu düşünün. Ufak, neşeli, hayat dolu bir kız çocuğu.Etrafa kahkahalar saçan ufak bir kız çocuğu... Sevgi dolu bir kız düşünün. Bu kızın en az onun kadar neşe dolu bir babaannesi vardı. En az benim kadar neşe dolu. Sonra bir gece düşünün, kabus gibi bir gece... Ambulans sesleri, doktor sesleri, babamın ağlaması... 6 yaşında ufak bir kız çocuğu ne anlar ki ölümden. Anlamıştı... Babaannesinin öldüğü anlamıştı. Ne mi yaptı bu küçük kız. Babasına sarılıp, ağlama dedi... Ufak bir çocuk koca adama teselli verdi... Neden ufak bir çocuk böyle bir şey yapar ki. Oturup onun da ağlaması gerekmez mi? Normalde gerekir ama ben normal değildim asla olamadım... O gün bir damla yaş akmadı gözümden. Üzgün müydüm? Çok... Kuzenlerim geldi biri 5 yaşında diğeri bebekti daha. Bu ufak kız çocuğu onlara sakince "babaannem bir yere gitti gelecek" dedi. Aramızda 1 yaş vardı. Ben ölümün farkındaydım ama onlar inanmıştı... Ben çocuk değil miydim? Hangi çocuk böyle bir cümle kurar ki... Sonra akşam oldu herkes gitti ve geriye kocaman boş bir oda kaldı... Ne aradılarsa o gün her şeyin yerini ben söyledim. Ezbere bilirdim çünkü. Kendimi en mutlu hissettiğim yer o odaydı belki... Şimdi yalnızdım o oda da... Her şeye baktım bir kez daha arada buruk buruk gülümsediğimi hatırlıyorum. O gün bugündür hep ben girerim o odaya, konuşurum. Hep ona anlattım ne olduysa... İnanır mısınız hala o odaya girer konuşurum... Shakespeare der ki " En zoru da; insanın kendini teselli etmek zorunda kalmasıdır...