(Günüzmüz)
Yine boş boş uzanıp tavanı izliyordum. Bugün az da olsa mutluluk kırıntısı vardı. Lavinia'yı göreceğimden sanrım. Kalkıp en sevdiğim kitabımı aldım. Romeo ve Julıet... Kafam karıştığı zaman rastgele bir sayfa açarım her hangi bir kitaptan. Günümün o cümle gibi olacağını düşünürüm. Bu sefer çıkan cümle:" Yarayla alay eder, yaralanmamış olan." Bugün kötü geçecek gibiydi. Kitabı kenara bırakıp bir müzik açtım. Sezen Aksu konuşuyordu. Lavinia ile tanıştığım günden beri Sezen Aksu dinliyorum. Onu Sezen Aksu ile tanıdım O gün bugündür her gün dinliyorum... "Küçüğüm, daha çok küçüğüm bu yüzden bütün hatalarım" diyordu şarkı. Küçük müydüm? Yoksa ruhum mu çocuktu... Lavinia ile konser çalışmamız için Hazırlanmaya başladım. Evet konser. Ben piyano çalarım o da keman ile eşlik eder hep. Şarkıya eşlik ederek hazırlanırken şarkı birden durdu.Telefon çaldı Lavinia arıyordu, ilk kez beni arıyordu... Heyecanla açtım.
-Alo.
-Alo, nasılsın Alevcim?
-İyiyim sen nasılsın?
-Bende iyiyim.Bugün Çanakkale'ye gitmem gerekli,başka bir gün görüşsek nasıl olur?Şok olmuştum. Ben bu kadar hevesle beklerken nasıl bunu diyebilirdi.
-Tamam olur, benim için sorun yok.
-Tamam Alevcim görüşürüz.
-Görüşürüz.Yine yapmıştı. Beni öylece ortada bırakmıştı... Alışmıştım artık, ilk değildi belli ki sonda olmayacaktı. Yine şarkı açtım bu sefer Sertab Erener konuşuyordu benimle. " O zaman aşık olduğum rüzgarlar esti esti geçti" diyordu. Bu şarkı bana eskiden birini hatırlatıyordu... Sarmaşığı... O esip geçebilecek bir rüzgardı. Peki ya Lavinia o bir rüzgar değil mi? Yoksa o bir fırtına mı? Sanırım o büyük bir fırtınaydı. Müziğin sesini kıstım, kağıt kalem aldım önüme yazmaya başladım. "Yine gittiniz bayım, beni burada öylece bırakıp gittiniz...Oraya gittiniz, ait olduğunuz yere. Kızmaya hakkım yok biliyorum bayım, ama burada sizi çok özleyen biri var. Lütfen değişmeden gelin bayım lütfen..." diye bitirdim mektubumu. Altına bir cümle daha yazmak istedim. "Unutmayın bayım, istersem Çanakkaleyi haritadan silerim..." Mektup yazmak iyi geliyordu. Arada okuyup ne kötü günler geçirmişim, diyordum... En kötü ne olabilir dedikçe daha kötüsü geliyordu başıma. Aksu'ya yazmak geldi içimden. Yine kızacaktı bana,onun için mi üzüyorsun kendini diyecekti. Aksu hiç sevmezdi Lavinia'yı. Onu düşünmeyi bırakıp derslerime yoğunlaşmamı isterdi. Haklıydı. Derslerimi fazla ihmal ediyordum. Sürekli onu düşünmek iyi gelmiyordu ama kötüde hissettirmiyordu. Nasıl bırakılırdı ki düşünmek... Aksu, Lavinia'nın bana zarar verdiğini de düşünürdü. Bu konuda da haklıydı. O benim Ölüm Çiçeğimdi... Benim biricik Ölüm Çiçeğim... İç sesim susmuyordu. Kafamda bir sürü böcek vardı sanki. Kulaklığımı taktım ve yeniden Romeo ve Julıet'in rastgele bir sayfasını açtım. Bu sefer gelen cümle tam anlamıyla şu anımı ifade ediyordu. "Öğret bana, nasıl unutulur düşünmek..."