1.6

1.2K 161 115
                                    

Keyifli okumalar dilerim efenim..

--------------

Öbür dünyaya nasıl giderdik? Ruh ekspresiyle? Uçarak? Peki buharlaşarak? Döne döne veya dümdüz? Belki de biz giderken melekler bize şarkı söyleyecekti.

Tanrıya ve meleklere inanmam. Bir zamanlar inanırdım. Tanrı'yla bile konuşurdum. Bileklerimi keserken Tanrı'ya "Beni yanına al lütfen. Bu karanlıktan çek kurtar beni." derdim.

Tanrı beni yanına almayınca ve dilediğim hiçbir şeyi gerçekleştirmeyince inancımı sorgulamaya başladım.

Bir keresinde kesin konuştum. Onu tehdit ettim. "Tamam. Beni tekrar kurtarırsan senden nefret ederim. Asla affetmem hatta sana inanmam."

O dinlemez.

Ama ben dediğimi yaparım.

Tıpkı şu anda planladığım ölüm şeklim gibi.

"Boğularak."

*

Kahvaltıda ablam, "O tablet şifresiz açılmıyor. Bana şifresini verir misin?" dedi.

Koca kaşık dolusu pilavı ağzıma soktum.

Kahvesini yudumlayıp "Hoseok ile konuşuyorsan sorun değil." dedi gülümseyerek. 

Kafamı tekrar pilava gömdüm.

Uzun bir dakika geçti.

"Evden çıkmadan önce şifreni yaz, olur mu tatlım?" deyip bulaşıkları makineye koydu.

Neredeyse asker selamı verecektim. Şifremi tabii ki de vermeyeceğim. Tahminde edemez zaten çünkü şifre benle alakalı değil.

*

Ellerini başının altına koymuş, bankta uzanıyordu. Aşırı bol mavi bir gömlek ve mavi boya lekeleri olan gri bir şort giymişti. Yeni tıraş olmuştu ve güzel kokusu olan losyondan da bolca sürmüştü.

Kanseri olan insan bunları önemsemezdi ki.
Değil mi?

"Bu sabahki sis kuşağını gördün mü?" diye sordu.

"Eminim sis kuşağını bilmiyorsundur. Pek alışıldık şeyler değiller. Tıpkı senin gibi."

Lafa bak. Ona bakamamama ve onu dinlemememe aldırmıyor.

"İnsanlar konusunda altıncı hissim kuvvetlidir." dedi. "Seni ilk gördüğüm anda anlamıştım. Burada, bu bankta, bu sakura ağacının altında."

"Sis kuşağını biliyorsun aslında. Sisteki gökkuşaklarına denir. Görmek için iyi bakmak gerekir. Neyi aradığını bilmelisin."

Saçmalamayı kesmelisin.

Bankın ucunda, ayağımı yere vura vura bekledim. En sonunda bacaklarını sarkıtıp dik oturdu. Sendeleyip "Oo" diyerek bir eli ile başını diğer eli ile bankın kenarını tuttu.

Oturdum. Kitabımı çıkarıp kaldığım yeri açtım.

"Sevgilim yok. Şehrin her yerinde sevgililerimin olduğunu düşünüp kıskançlığa kapılmanı istemem."

Dudaklarımda oluşan gülümsemeyi görmesin diye yüzümü kitabın arkasına sakladım. Hiç de sandığı gibi yere bakan yürek yakan birisi değildi....Yani...

"Hayatımda sadece bir insan var," deyip ayağa kalktı.

Gidiyor muydu? 

"O kişi de Elsa."

Komik biri. Ahmak ama komik. Gerçekten. kanser olsa belli olmaz mıydı? Kel ya da yatağa bağlı olmaz mıydı? Benim hastalığım görünmüyor ama onunki görünebilir.

*

Ölüm günüm...
Nasıl olacaktı? Planım işleyecek miydi?

Ablam beni okula bırakacaktı. Binaya girdiğimi görecekti. Geniş yolda yürümemi, merdivenlerden çıkmamı ve okula girmemi izleyecekti. El sallayacaktı.
Son gün ona el sallamalıydım galiba.

Hayır, sonra çok üzülür.

Eğer o gün Namjoon ağabey beni bırakırsa işim daha kolay olurdu. Ben binaya girmeden giderdi.

Düşüncelerimi kenara atıp dışarıyı seyrediyordum. Yine okula erken bırakılmıştım ve yapacak bir şeyim yoktu.

Bir anda orada belirdi. Hoseok. Bahçenin yola bakan demir parmaklarının arkasında duruyordu. Bir grup boş boş dolanırken Hoseok onlara seslendi. Ona döndüler.

Ahn Minho öne doğru çıktı.

Neden onun ile konuşuyor? Minho neden ona gülümsüyor? "O senin tipin değil!" diye bağırmak istiyorum camdan.

Aman sanki umurumda. Bana ne ki?

Minho demirlerden uzaklaşıp arkadaşlarının yanına döndü. Ona ne dediklerini tahmin edebiliyorum. Yüzün çok büyük, hava durumu takıntısını aşağıladıklarını...Ne olmuş yani? 

Onu tanımıyorlardı.

Kitap hakkındaki düşünceleriniz benim için gerçekten önemli. Lütfen hayalet okuyucu olmayın ve yorum yapıp, oy atın:) Sizi seviyore

Without Me | SopeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin