ÇAĞLAR ATAN
Artık araştırmamız yeni bir boyut kazanmıştı, yani en azından kısıtlanmıştı. Bu gezegenin başına ne geldiyse bizimle ve kolyemizle birer alakası olabilirdi. Kıvılcım bilgisayarın başından kalktığında ellerini hafif kıvırcık saçlarında gezdirdi, turuncu saçlarını adeta bir ateş parçası gibi dalgalandırdı ve bu benim aklımı oynatmama yetiyordu. Of çekip kitapları yığdığım masaya geri oturdu, ondan boşalan sandalyeye de ben geçtim. Makaleyi biraz daha inceledim ama daha fazlası yoktu, gezegen birden bire görülmemeye başlamıştı ve bilim insanları da araştırmayı sonlandırmışlardı. Arkama dönüp Kıvılcıma bakmak istedim, beş dakika önce ben nasılsam o da o şekildeydi. Kafasını kitaplarla süslediğimiz masaya yatırdı ve olanları idrak etmeye çalıştı, yani bence öyleydi. Bir süre aramızda ölüm sessizliği oluştu, ikimizin de diyecek çok şeyi vardı ama söyleyecek mecali yoktu. Bilgisayara boş boş bakacağıma kapatmaya karar verdim, ardından Kıvılcım'ın yanındaki yerimi aldım. Bu sessizliği kimin bozacağına dair kafamda kendi kendime tahminde bulunurken Kıvılcım benden önce davranıp tahminlerimi boşa çıkardı.
"Çok güzel, gerçekten harika! Elimizde olan tek bilgiye bak, birden bire ortadan yok olan bir gezegen..." Söyleyecek bir şey aradım ama ne desem kelimeler kifayetsiz kalırdı. Oturduğum sandalyeye güvenerek kendimi ona saldım, kafamı yatırdım ve Kıvılcım'a aklıma gelen ilk şeyi söyledim.
"Bir şeyler içelim mi?" Kafasını bir hızla kaldırıp bana sorgulayan gözlerle baktığında bunu sormamı beklemediğini anladım. Bir süre sessizce durup vereceği cevabı tarttı, ya da beni yakıp küle çevirmeyi düşündü. Sandalyesinde dönerek yüzünü benim hizama getirdi.
"Hesaplar senden." Yan tarafa attığı çantasını alıp kütüphaneden çıkmaya hazırlandığını fark ettiğimde o an kütüphanede daha fazla durmak istemediğimi anladım.
Yol boyunca hiç konuşmadı, ne diyeceğini bilemedi ya da. Eli kolyesine gittiğinde onu çıkartmak istediğini anlamıştım.
"Ne yapıyorsun sen?"
"Kolyeyi çıkartıyorum, yoruyor beni."
"Ya çantandan düşürürsen kolyeyi? O zaman ne yapacağız, hiç düşündün mü? Boynunda daha güvende." Tek kaşını kaldırarak bana baktı, sanırım haklılığımı sorguluyordu. Ardından omzunu silkti ve kolye boynunda kaldı.
Kafeye girdiğimizde ilk buluştuğumuz masanın boş olduğunu görünce ikimiz de oraya yöneldik, sanki düşüncelerimizi okuyor gibiydik ve bu nedense yüzümde minik bir tebessüme yol açtı. İlk tanıştığımızdaki gibi değildi artık, hareketleri daha sertti, daha keskindi. Bu da sanırım artık bana alıştığının bir göstergesiydi, ya da tam tersi. Tam tersi olmamasını umuyordum. Masaya oturur oturmaz Ulaş'ın çarptığı ve gözlerini alamadığı kız yanımıza geldi, garson olarak çalıştığını fark edememiştim.
"Selam Kıvılcım, ne istersiniz?" Kıvılcım kıza o güzel gülümsemesinden sundu ve ardından bana döndü.
"İlk önce tanıştırayım, Çağlar. O da bizimle aynı bölümde." Ağzım açık bir şekilde kıza baktım. Gökte aradığımız kızı yerde bulmuştuk. Bu haberi Ulaş'a verince vereceği tepkiyi merak etmiştim, elimi bekletmeden kıza uzattım.
"Tanıştığımıza memnun oldum, ben Beste."
"Ben de memnun oldum." Daha sonrasını Kıvılcım'a bıraktım. Kıvılcım aç bir köpek misali menüyü kaptı ve ağzına layık olan bir şey aramaya başladı. En sonunda bir kahve ve iki çörekte karar kıldığında tekrar bana döndü, sanırım benim siparişimi bekliyordu. Sadece bir kahve istediğimi belirttikten sonra telefonumu çıkardım. Astra hakkında belki başka makale bulurum diye arama motoruna girdiğimde Beste siparişleri getirmeye gitmişti. Kıvılcım bir elimdeki telefona bir de bana göz devirerek baktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Astra
FantastikÇağlar ve Kıvılcım her şeyden habersiz, lisenin başından beri hayal ettikleri şatafatlı üniversite hayatlarına başlamak üzereyken, Astra onların bu hayallerini biraz daha süsleyecekti. Onları akıllarının almadığı bir maceraya sürükleyecek, uzun zama...