Ekim heyecanla kol manşetlerini düzeltti. Aklı annesiyle yaptığı tartışmada kalsa da; yeni yetmeliğinden beridir kalbi bu kadar hızlı atmamıştı. Annesini üzmeyi hiç istemiyordu aslında.
Telefonda annesinin sesi üzgün ve hayal kırıklığına uğramış gelirken, arkadan her zamanki gibi Melek'in suflesi duyuluyordu. "Sor bakalım ne hakkı varmış benim kızımı üzmeye?" diyordu kadın. Gerçekten ne hakkı vardı ki? Durgun suya ilk taşı atan Ekim olmuştu. İnci nicedir artık kendisinden ümidi kesmişken kızı alıp yemeğe çıkaran, gelecek planlarını soran, çiçek alan kendisiydi sonuçta. Hatta evine bırakırken elini tutmuş yanağını öpmüştü ki İnci'nin ilgisini anladığı vakitten sonra asla yapmadığı bir şeydi.
Annesi delirmiş gibiydi. "Oğlum. Aşkım. Ne düşünüyorsun? Aklından ne geçiyor? Sen babana nişan yapalım demedin mi? İnci'ye yurt dışına çıkma demedin mi? Bekle bekle nereye kadar Ekim? Yakışıyor mu sana kızı böyle incitmek?"
Gerçekten söylemişti. İnci'nin yurt dışı planlarını engelleyen, "belki seni burada tutacak bir şey bulunur" diyen kendisiydi. Aklı karma karışık, kalbi sağır, gözü kördü yine. Aksi olsa onu yıllardır görmediği, hiçbir mazisi olmayan bir kadın için bu kadar uzağa kimse getiremez, herkesin arkasından iş çevirmesi mümkün olmazdı.
Kalkıp gitse miydi? Arayıp işi çıktığını söylerdi. Acilen Türkiye'ye dönmesi gerektiğini açıklar, bir daha da asla aramazdı. Boybeyi'nin kızı akıllıydı. Mesajı alırdı. Masada duran anahtarını alıp kalkmaya davrandığı anda tam karşısından gelen kadın onu olduğu yere mıhladı. Ortamdaki diğer kadınlar gibi değildi yine. Derin dekolteler, vücudu saran bir giysi yoktu üzerinde. Sadece bal rengi saçları sırtına yayılıyor, pürüzsüz teninde açık bir yara gibi görünen güzel ağzı ve kapkara kirpikler dışında yüzünde renk olmadan yanına geliyordu. Uzun bol bir pantolon, İpek bir gömlek o kadar. Ayakkabıları bile topuksuzdu. Kız süslenmeye ihtiyacı olmadığından emindi. Dimdik, kendinden emin.
Ekim ayağa kalkıp elini uzatarak karşıladı kızı. Tuhaf bir andı. Tokalaşıp karşılıklı oturdular.
"Davetimi kabul ettiğin için teşekkür ederim. Senin de Londra'da olduğunu duyunca birlikte bir yemek iyi olur diye düşündüm."
Kız gözlerini hafifçe kısıp bakmakla yetindi. Yemek ve içki siparişlerini verip, bir süre havadan söz ettiler.
"Bodrum'un güzel havasını özlüyor olmalısın. Hatırlıyor gibiyim sen okuldayken İstanbul'u ne kadar sevmediğinden söz ederdin. Aklın hep memleketindeydi." Kızın yemeği çiğneyen ağzına bakmayı kes geri zekâlı.
Balca başını kaldırdı. "Artık İstanbul'da yaşıyorum. Senin de söylediğin gibi gerçekten garip bir hali var. Efsunlu gibi. Asla yaşamam dediğim yer şimdi yuvam oldu."
Ekim kızın da konuşmalarını unutmadığını anlayınca gülümsedi. Yanakları istemsiz hareket ediyordu. Beş yıl geçmişti üstünden. Kız da hatırlıyordu ama. Balca'nın korkunç bir keşif yapmış gibi dehşetle baktığını fark edince "Ne oldu?" diye sordu.
Kız yine yemeğine döndü. "Yok bir şey. Sanırım sandığım kadar aç değilim."
Ekim boşalan kadehi doldurup kıza uzatırken, "Bu şehirde en sevdiğim yerdir. Yemekleri de çok güzel. O yüzden seni buraya davet ettim." diyordu.
Kız başını hafifçe dikleştirerek, "O yüzden burada kalıyorum ya." dedi. Tabi ya. Balca Boybeyi'nin farklı bir seçim yapması düşünülemezdi zaten. Daha birinci sınıftayken bile hocalarına saç baş yolduran, oraya sadece diploma için gelmiş minik dahi. Kaç dil biliyor belli değil. Kaç ülke görmüş, kaç kitap okumuş? Sadece on dokuz yaşındayken bile gözleri böyle bakardı kızın. Karşısındakinin aklındaymış gibi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
El gibi (Tamamlandı) Korunun Çocukları 3
Romanceİçinde bulunduğu bu kusursuz dakikayı hava gibi soludu genç kız. Berrak mavi-yeşil gözlerini süsleyen kara kirpikleri usulca kapandı. Göz alabildiğine uzanan yabani çiçeklerle bezeli alanda bir kameriye kurulmuştu onun için. Beyaz cibinliklerle beze...