11 yıl önce...
Ekim dedesinin küçük süs havuzundaki balıklara yem veriyordu. Bir taraftan da Ozan'a saydırıyordu. Oğlan onsekiz yaşına bastığından beri bütün kasabanın kızlarına gün doğmuştu. Yine kimi samanlığa attıysa, kaybolmuştu ortadan.
Ekim çevresindeki tek çocuk olan Ozan'la beraber büyümüştü. Ona olan bağlılığı öyle güçlüydü ki bunu arkadaşlık ya da kardeşlik diye tanımlamak hafif geliyordu. Yatılı okulda o katı disiplinle ve acımasız rekabetle ezilen arkadaşlık bağları ona iyi gelmemişti. Ama Ozan farklıydı işte. Zekiydi, kibardı, Ekim'i kırmazdı. Abisi Yahya ve o Ekim için yuva demekti.
Avluya giren araba ve dedesinin misafirini karşılamak için dışarı çıkmasıyla gelenin kim olduğunu hemen anladı. Meşhur Karabey. Kocaman bir adam. Fazla uzun fazla büyük, fazla güzel. Adamı ne zaman görse eteklerini düzeltmek ihtiyacı hissederdi. Üzerindeki kloş etek ve bebe yaka gömlekle ayağındaki ilkokul öğrencisi pabuçlarından utanırdı. Saçları yine sıkıca örülüp bir omuzundan aşağı iniyordu.
"Nasılsın Ekim?" dedi adam. Sesi de fazlaydı. Yetmiş yaşını geçmiş dedesinin bile konuşmasında bir delikanlı tınısı, geriden gelen bıyıkları yeni terlemiş bir oğlan çocuğu duyulurdu. Karabeyin sesinde o bile yoktu. Dümdüz sanki bir insan değil, bir dağ konuşuyor gibi.
"İyiyim teşekkür ederim. Siz nasılsınız?"
Adam kızın yeri delmek istiyor gibi hareket eden mektep pabuçlarına baktı. Omuzundan inen saç örgüsüne, etek cebinden görünen şeker paketine. İlk kez gülümsedi. Alay eder gibi değil, can sıkıcı bir keşifte bulunan ama değiştiremeyen insanların gülüşü gibi. Kırık, çaresiz.
"Arkadaşın yok bugün?" dedi sonra. Etrafı tarar gibi bakındı.
Bu sırada "Ekiiiimmm bak ne buldum." diyen sese döndüler. İnce uzun zayıf bir delikanlı çitlerin üstünden atlaya atlaya geliyordu. Kucağında minik bir kediyle.
"Al bakalım. Sana hediyem. Bana surat asmayı bırakırsın belki. Hoşgeldiniz abi." diyerek elini Karahan'a uzattı. Yeşil gözleri ışıl ışıldı. Dalgalı kumral saçlarını eliyle arkaya itti.
"Hoşbulduk koçum. Nasılsın? Abin şikayetçi senden bak. Böyle giderse zor kazanır tıp fakültesini diyor."
Ozan hayran olduğu adamın yüzüne gülerek "Yok ya denemelerde derece alıyorum. Merak etmesin o iş çantada keklik." dedi.
Ekim "Sen tabi artık keklik vurmakta ustalaştığın için, sana gam yok." dedi ağzının içinden.
Ozan biraz kızarmıştı. "Kızım sen aklının ermediği işlere burnunu sokmasana." diye payladı Ekim'i. "Ne olsun adı yavrunun?"
Ekim alaycı şekilde gülerek cevap verdi. "Keklik olsun."
Karahan iki genci didişmeleriyle baş başa bırakıp konağa girdi. Giderken arkasını dönüp kendisine kaba sayılabilecek bir ilgisizlikle davranan kızın Ozan'ın saçından saman ayıklamasına içerlediğini fark etti. Kendisi için şaşırtıcı bir keşifti. Yaşına göre olgun, terbiyeli aklı başında biri olsa da kendisinden onbir yaş küçük bir çocuğun tavırlarına kafayı yorması çok komikti. Uzun ince beyaz parmaklar kumral tutamların arasından çer çöp ayıklıyorsa ne olmuş yani. O parmaklar bir an kendi kısacık siyah saçlarında gezinir gibi olunca kafasını iki yana salladı.
Ekim eve giren adamın arkasından baktı çaktırmadan. Bu sırada Ozan'ın saçıyla meşgulmüş gibi yapıyordu. Ozan'ın saçları yumuşacıktı. Karabeyin saçları nasıl hissettirirdi acaba? Kısacık siyah diken gibi batar mıydı ellerine? Zaten boyu yetişmezdi. Adamın oturması gerekirdi mutlaka. Tam buraya önündeki sandalyeye. Başını kızın göğsüne yaslasa ancak o zaman...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
El gibi (Tamamlandı) Korunun Çocukları 3
Romanceİçinde bulunduğu bu kusursuz dakikayı hava gibi soludu genç kız. Berrak mavi-yeşil gözlerini süsleyen kara kirpikleri usulca kapandı. Göz alabildiğine uzanan yabani çiçeklerle bezeli alanda bir kameriye kurulmuştu onun için. Beyaz cibinliklerle beze...