♫Seni kaybetmekle yüzleşemiyorum ama seni sevmek daha kötü. Olurda bir gün canımı yakmaz diye bekliyorum seni. Öyleyse sikeyim böyle aşkı.
Sırtını koltuğun kenarına yaslamasını sağlayıp göğsüne sert yumruklar sallamaya başladım. Hıçkırarak ağlarken gözyaşlarım bir bir göğsüne döküldü. Ben son gücümle onu hırpalarken o sakince gözlerimin içine bakmakla yetinmişti. Gıkını bile çıkarmadan beni izledi. Hıncımı ondan çıkarana kadar hiçbir şey yapmadan beni izledi. Ne yaparsam yapayım içimdeki acı geçmiyordu. Albert'ın beni o alevler içindeki evden kurtardığına inanamıyordum. Başından beni onun Jungkook olduğuna inanmıştım. Bir yerde hata olmalıydı. Gerçekliğine inanamıyordum. Bütün bu duyduklarımın lanet bir rüyadan ibaret olmasını istiyordum. Uyandığımda yanımda yatan Jungkook'a sarılıp eşsiz ses tonundan "Her şey geçecek." cümlesini duymak istiyordum. Senelerdir aşık olduğum, aklımdan çıkaramadığım adamın beni öldürmek istemesini düşünmek bile yerle bir ediyordu beni. Bütün gücümü kaybetmiş gibi hissediyordum.
Nefes nefese bir şekilde duraksayıp kafamı göğsüne yasladım. Sessizce gözyaşlarımı akıtırken titrek sesimle "Eline beni öldürebilmesi için çok fazla fırsat geçmişti. Neden yapmadı?" dedim.
Birkaç saniye sessizliğini korudu. "Güvenini kazanmaya çalışıyordu Cheol."
"Beni neden senden korumaya çalışıyordu Albert?"
Nefesini sıkkınlıkla saldı. "Bütün gerçekleri bildiğimin farkındaydı. Sana bunları söylememi engellemeye çalışıyordu."
"Olanlar benim suçum değildi Albert. O annesini kaybettiği gibi ben de ailemi o kazada kaybettim. Biz ortak bir acıyı paylaşıyoruz. Neden? Neden öldürmek istiyor beni? Benim hiçbir suçum yok ki."
O sırada sehpanın üzerindeki telefonum ısrarla titremeye başladı. Albert'ın göğsünden kalkarak telefonuma uzandım. Jaewon arıyordu. Hızla yerimden kalkıp gözyaşlarımı sildim. Albert'a dönüp "Jaewon arıyor." dedim.
"Açsana."
Kafamı aşağı yukarı sallayıp yeşile tıkladım. "Jaewon, kurabiyem. Nasılsın?" Oturduğum yerden kalkıp bir o yana, bir bu yana yürümeye başladım.
"Abla, sen iyi misin?"
Yutkundum. Ağladığım için sesim oldukça kötü gidiyor olmalıydı. "İyiyim tatlım. Çok iyiyim. Daha yeni duş aldım." Aklıma gelen ilk yalan buydu.
"Anladım. Sesin ağlamış gibi geliyordu."
"Hayır kurabiyem. Ağlamadım. Ne yapıyorsun? Nasılsın? Ablanı hiç özlemedin mi?" Peş peşe sıraladığım sorular sonunda birkaç saniye sessizliğini korudu. "Orada mısın?"
"Buradayım. İyiyim ben de. Ders çalışıyordum. Kusura bakma abla, açamadım."
"Hiç sorun değil kuzucum. Derslerini aksatmamana sevindim. Kendine iyi bakıyorsun değil mi? İlaçlarını aksatma lütfen. Seni çok özledim. Yanıma gelmek ister misin müsait olduğun bir gün?"
"Abla, senin gelmen daha iyi olacak. Dilediğin zaman gelebilirsin. Amcam yanına gelmeme izin vermiyor."
Donup kaldım. Sinirden ellerim titremeye başladı. Sakinliğimi korumaya çalışırcasına "Kurabiyem, amcanın ne düşündüğünü umursama. Gerekirse onunla ben konuşurum." dedim.
"Hayır abla. Eğer görüşmek istersen yanıma gelebilirsin. Şimdi kapatmak zorundayım. Görüşürüz."
Tam bir şey söyleyecekken telefon bir anda suratıma kapatıldı. Ağzım açıp bir şekilde olduğum yerde donakaldım. Telefonu indirip öylece boşluğa baktım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bloody Roses | Jeon Jungkook
FanfictionBana kanlı, siyah güller hediye ettiğinde anladım. Ben bir şeytana aşık olmuştum.