♫Sen ve ben ne zaman aşka dalsak, tüm hislerim yoğunlaşıyor. Zihnimin okyanusunu geçtim. Ama sonunda boğuluyorum. Beni aşağı itiyorsun.
Titrek adımlarla kaldırımlarda yürürken yanımdan hızla geçip giden arabalar saçlarımı savuruyordu. Korkuyordum. Hayır, onun bana zarar vermesinden değil. Yüzleşmekten, Albert'ın söylediği her şeyin gerçek olduğunu öğrenmekten korkuyordum. Onsuz geçen bir ayda daha net anlamıştım onu ne kadar sevdiğimi. Onu bulmuşken tekrar ellerimden kayıp düşmüştü. Yıllarca varlığımdan bile haberi olmayan aşık olduğum adamın beni görebilmesi, beni sevmeye çalışması güzeldi. Ama acı gerçekler yüzüme ölüm soğukluğu gibi çarpmıştı. Tek gitmek istediğim tek kişi o iken, kabuslarımda ondan köşe bucak kaçmıştım. Aklım almıyor, mantığıma sığmıyordu. Her şey güzel ilerlerken bir anda çukura düşüvermiştim. Çukurun içinde gökyüzünü bile göremiyordum. Onu iyileştirebileceğim umudu yok olup gitmişti.
Kafamın içinde dönen sesler bir türlü susmazken cebimde ısrarla titreyen telefonla irkildim. Düşüncelerime o kadar dalmıştım ki telefonun titreşimi beni ürkütmüştü. Telefonu çıkarıp uzunca süre ekrana baktım. Jin arıyordu. Açmak ile açmamak arasında gidip gelirken kesin bir hamleyle yeşile tıkladım. Sesimin titrememesine özen göstererek "Jinnie." dedim.
"Cheol," Bir süre sessizliğini koruduktan sonra ekledi. "Sen dışarıda mısın? Neredesin?"
"Eve gidiyorum."
"Sesin neden titriyor? Cheol, senin için çok endişelenmeye başladım. Neler oluyor sana? Kaç haftadır resmen benden kaçıyorsun."
Derince yutkundum. "Kaçtığım yok. Sadece yalnız kalmaya ihtiyacım var."
"Sana yalnızlık iyi gelmiyor Cheol. Hadi lütfen, yanıma gel. Annemler evde değil. Şu sır gibi sakladığın olayı konuşuruz, olmaz mı?"
Yanağımdan aşağı süzülen gözyaşını elimin tersiyle silip gülümsemeye çalıştım. "Başka sefer yapsak olmaz mı? Eve gidip dinlenmek istiyorum."
"Benden bir şeyler gizliyorsun, hissedebiliyorum. Bugün Jaewon'la görüştüğünü öğrendim. Onunla ilgili mi?"
"Hayır, gayet iyiydi. Bir sorun yok. Şimdi kapatmalıyım." Ağlamamak için direnmeye çalıştım. "Seni çok seviyorum Jinnie. Sen benim en iyi dostumsun. Bunu sakın unutma, tamam mı?"
Sesini yükselterek "Cheol! Neden veda eder gibi konuşuyorsun? Neredesin söyle. Hemen geleceğim." dedi.
"Merak etme. İyiyim. İyi olacağım. Hoşça kal Jinnie." Hızlıca telefonu kapatıp uçak moduna aldım. Hıçkırarak ağlarken savsak adımlarımla yollarda yürümeye devam ettim. Ne olacaktı, nereye gidiyordum? Bilmiyordum. Tek bildiğim şey, düştüğüm derin çukurun içinden tek kurtarıcısının Jungkook olduğuydu. Korkutuyordu ama hala güzeldi. Onunla geçireceğim parlak geleceği düşünmek, güzeldi.
-o-
Evinin önüne geldiğimde kafamı kaldırıp yukarı baktım. Binanın hiçbir ışığı yanmıyordu. Yıkık dökük dış cephesi oldukça ürkütücü gözüküyordu. Buraya gelmekle iyi bir karar almadığımın farkındaydım. Ama kaçmak istemiyordum artık. Nedenini deli gibi merak ediyordum. Yüzüme gülerken neden beni öldürme planları yaptığını merak ediyordum. Nedenini bilsem bile ondan duymak istiyordum işte. Derin bir nefes alıp verdim. Kafamı apartman kapısına çevirip adımladım. Metal kokan, ağır kapıyı itekleyip açtım. Loş ışıklar yanıp sönerken merdivenleri usulca çıktım. Kapısının önüne geldiğimde duraksadım. Kalp atışlarım hızlandı, gözlerim dolup dolup taştı. Ağlamanın sırası değildi. Güçlü olmak zorundaydım. Tam kapıyı çalacakken şiddetli bir rüzgarla kapı aralandı. Rüzgar suratıma çarptığında saçlarım dalgalandı. Şaşkınca evin içini gözlerimle taradım. Yine yolunda gitmeyen bir şeyler vardı. Bu eve girmem çok tehlikeli gözüküyordu. Jungkook bana zarar vermeye çalışırsa Albert diye bağırsam, o beni duyar mıydı?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bloody Roses | Jeon Jungkook
FanfictionBana kanlı, siyah güller hediye ettiğinde anladım. Ben bir şeytana aşık olmuştum.